Ramona V. Lindström La Lune Bistro's Sahibesi
Gerçek İsim : Ekim Mesaj Sayısı : 2 Kayıt tarihi : 19/09/12
| Konu: Geri: Mekan Sahibi Alımları Çarş. Eyl. 19, 2012 4:50 am | |
| La Lune Bistro, Hogsmeade La Lune Bistro, sahibinin Fransız olmamasına karşın Fransa'da büyüdüğü ve bu tarzı burada yansıtmak istediği için açtığı bir yerdir. Klasik Bistro portresine uygun kalarak, bir Bistro'da ne yapılırsa burada da onlar yapılır. Günün farklı saatlerine göre farklı hizmetler veren bu mekanda, sabahları insanlar kahvelerini içmeye gelir, öğle vakitleri alafranga fast-foodlar servis edilirken, öğleden sonraları ise tatlı ve sıcak çikolata servisleri bulunmakta, akşamları ise insanlar buraya içmeye gelmektedir. Yerden 100-110 cm yükseklikte ahşap masaları bulunan mekanlarda, insanlar iskemlerlerine oturup keyifli vakit geçirebilirler. Civardaki en güzel sıcak çikolata ve turtanın burada bulunduğu söylenir. - Örnek RP, bilgisayardaolmadığım için renklendiremiyorum:
<blockquote>Uykusuzluktan gözleri ağırlaşan genç kadın kendini sevgilisinin kollarına bırakıp uykuya dalmamak için zor tutuyordu. Kocası, bütün yolculuk boyunca onun rahat etmesini sağlamak için didinip dururken biraz rahatsız etmişti, uyutmamıştı bile. Bunun için ona kızmıyordu, teşekkür etmesi lazımdı ancak onun bu fazla telaşı onu yorduğundan, tatlı bir dille yapma demek zorunda kalmıştı. Yolculuklarının sonuna gelmeselerdi şuracıkta uyurdu, sarsıntılı yol bile onu durduramazdı. Katılmayı pek de istemediği şölen akşamdı ancak belki biraz gezinirim hayalleri suya düşmüştü, bütün o yaşlı soylularla konuşmak için enerjiye ihtiyacı vardı, bütün gün uyuyacaktı. Sevgilisi bu sefer onu rahat bırakacağına söz vermiş ve Mona'yı gülümsetmişti. Onun değer verdiğini görmek mutlu ediyordu, biraz bunaltsa da. Kendini tutmasının zorluğunu görmek gizli gizli kıkırdamasına sebep oluyordu. Gözlerini yorgunca yuman kadın, örtüsünü üstüne çekerek kimsenin onu rahatsız etmemesini mırıldandı yumuşak yatağına uzandığında.
Karşılarına gelen her lordu ve leydiye teşekkür ederken, haberin onlar söylemeden yayılmasına şaşırmamak gerekiyordu. Küçük kuşların dedikoduları iletmek için izin almasına gerek yoktu. Jordan'ın aksine, o fazla sıkılmıyordu bu durumdan, onun kendini ne kadar sıktığını izlerken gülmemek için kırmızı dudaklarını ısırdı. Dans eden bir ayı gibi olmaya alışmıştı, Yüksek Bahçe'nin gülü olarak bazılarını tanıdığı bu soyluların karşısında yanlış bir hareket yapmamaya alışmış, nezaketle karşılamayı zorlayıcı bir şekilde öğrenmişti. Kocasının Kışyarı'nın kalın duvarları arasında bu durumdan kaytardığı çok açıktı. Şu anki tek eğlencesi, Jordan'ın kibarlıktan ölen sözlerini dinlemekti. Kasıldığını hissedebiliyordu, yanlış bir hareket yapmamak için gösterdiği yoğun çabayı. Soğuğun yoğurduğu sert bir adamın bunları yapmak zorunda olması biraz güldürüyordu onu. Onunkine göre küçük sayılan elini sevgilisinin bacağına koyduğunda onun da canı sıkılmıştı, gerçi son çift de yanlarından ayrılmıştı ve tebrik konuşması yapmayan biri kalmış mıydı bilmiyordu. Sevilmeye aç bir yaratık olarak yanındaki erkekten de ilgi görmek istiyordu. Tek kaşı hafif havadayken ve gülümserken, kalbini bir kez daha çalmak için sinsi bir kedi gibi bekliyordu, erkeği de bu tuzağa düştü elbette. Dudaklarını hissettiğinde minik öpücüğüne karşılık verdi, geri çekildiğindeyse kocaman bir tebessüm vardı çehresinde. Onunla içten dalga geçse bile -ki bunda ciddi değildi- hayatının aşkıydı kesinlikle. Henüz kuzeye gönderilmemişken evlenmemek için gösterdiği çabalar, söylediği sözler onu güldürüyordu. Büyüdüm, diye düşündü. Büyüdüm ve bir kadın oldum. Olgunlaştım.
Çiçek açalı çok uzun zaman olsa da, o gerçek dokunuşları hissetse de, asla böyle hissetmemişti. İçindeki o canlı tohum, toprağına ekilene kadar böyle bir hissi tam olarak duyumsamamıştı. Aşkları, bağlılıkları ve evliliklerinin meyvesinin ekildiğini anlayana kadar o sadece bir genç kızdı. Şimdiyse, hiç olmadığı kadar dişi hissediyordu. Hayatının aşkı sayesinde. Dünyada en çok sevdiği adam sayesinde. O, Tanrılar tarafından ona gönderilmiş bir lütuftu ve geceleri başını her koyduğunda kalbinin minik çırpıntılarını hissetmek, onu dünyanın en mutlu kadını yapıyordu. Onun sıcak, kışın soğuğunda bile sıcak olan elini tuttu, ve dudağına götürerek hafifçe öptü, kahve gözlerinin içine bakarak gülümsedi tekrardan. Sevgilim, diye fısıldadı karşıdan gelen kadını gördüğünde, biri daha geliyor. Hafifçe güldü esmer yüzdeki sıkılma ifadesini gördüğünde. Sesindeki o nezaketten yoksun ton onu rahatsız etse de, gelecek sözleri beklemiyordu.
Sözlerin keskinliği onu parçalara bölerken, kadının görünümünü küçümseyici bir bakışla süzdü. Paçavraya benzeyen, kesinlikle ipek veya şifondan yapılmamış kötü elbisesiyle etrafındaki parıltılı, süslü dünyaya ait olmadığı belliydi. Çirkinliği sayesinde, buranın en iğrenç soylusu bile altın gibi parlamış, dünyanın en değerli mücevheri gibi görünmüştü. Dağınık saçlarıyla buraya uygun değildi. Kaba şivesiyle buraya uygun değildi. Yer bezi yapılabilecek kadar kötü elbisesiyle buraya uygun değildi. O kadının, sevgilisini gözleriyle yiyip bitiren o acımasız kadının, sözleri dışında buraya ait olabilmesini sağlayan hiçbir vasfı yoktu. Senden iğreniyorum, demek istedi. Bunu neden söyledin şimdi? Defol git buradan, demek istedi. Sen buraya ait değilsin fahişe. Benden ve kocamdan uzak dur, FAHİŞE. Korkmuştu, Mona bu aptal kadından korkmuştu. Etraflarındaki fısıltılar gittikçe yayılırken, tek istediği ağlamaktı. Ağlamak ve buradan uzaklaşmak.
İkinci çocuk. İkinci anne. İkinci kadın. Histerikleşmeye başladığının farkındaydı. İkinci olmak. Onun tohumlarını yaşatan ikinci sevgili. Gerçi, yaşatabileceğinden bile emin değildi, hah. Daha ne kadardır hamileydi ki? Korsesini gevşetmesine bile gerek yoktu henüz. Bebeği düşürebilirdi. Ölü doğurabilirdi. Belki de sadece gebe olduğunu sanıyordu? Acıyla gözlerini yumdu. Bunlar gereksiz düşünceler, bunlar olmayacak şeyler Mona. Sakin ol, sakin ol. Uygun bir açıklaması var. Jordan'ın onu bırakıp gideceği falan yoktu, saçmalıyordu. O onu seviyordu. Sevdiğini biliyordu, hissetmişti. Az önceki yoğunlaşmış havada bile hissetmişti bunu. Ona güveniyordu. Mona ona bir çocuk veremese bile yine de onu sever miydi peki? Hep onunla kalır mıydı? Ya Mona asla kadın olamayacaksa? Bir kadın bebek yapamadan neydi ki? Bir hiç. Asla kabul etmemesi gerçekliğini değiştirmiyordu. Dünyada işe yarayabileceği muhtemel şey çocuk yapmaktı, lorduna, kocasına, sevvgilisine bir çocuk vermek. Çocuk yapamadan bir kadın olamazdı ki. Küçük bir kız olmak istemiyordu yeniden, hayır istemiyorum, Anne, kocamı ve çocuğumu benden alma, lütfen. Onun doğuramayacağı evlatları başkasında arar mıydı? Sahip olamayacağı erkek ve kızları. Olmazdı. Jordan onu bırakmazdı, onu aldatmazdı. Terk etmezdi. Evet.
Peki neye benziyordu bu kız? Fahişenin yalan söylemek için bir nedeni olmadığını düşündü. Apar topar buradan sürüklenmek için niye uğraşsındı ki? Demek kız kız ona benziyordu. Babasına. Merak etti. Nasıl bir bebek olduğunu merak etti. Tahmini bir hesap yaptığında, 2-3 yaşlarında olduğunu düşündü. Peki fahişe neden şimdi söylüyordu? Bu mutluluğu bir trajediye çevirip, dramatikliğinden yararlanarak Jordan'ı ondan almaya mı gelmişti. Vermezdi ki. Kocası onundu, onun erkeği. Bunu bekliyorsa yanılıyordu. Peki ya Mona bıraksa Jordan gider miydi acaba? Kadınla aralarında geçen konuşmadan çocuktan haberi olmadığını anlamıştıi kadın sevgilisi değil miydi? Sadece sikip attığı bir fahişe mi? Öyle gözüküyordu. Bir lordun oğlunun, Kışyarı Lordu'nun oğlunun sevgilisi bu halde olmazdı. Demek ki kadını umursamıyordu. Peki ya bebek? O çocuğun günahı neydi ki? Yatağı mutfakta olan çocuk... Küçük bir bebek daha. Babasını tanımamış, tanımaya fırsatı olmayan, bir fahişenin tohumu işte. Kim böyle bir hayatı hak ederdi ki? Alt dudağını parçalarcasına ısırdı Mona, akan kanı hafifçe emdi. O metalimsi tat, anaçlığını benliğinden kapıp almamıştı. O bebeği görmek istiyordu. Görmek, yumuşak yanağında parmağını gezdirmek. Annesi onu seviyor muydu ki? Sanmıyordu. Hah, o kadar çalışan biri çocuğuyla ilgilenemezdi. Hem annesiz hem babasız büyümesine nasıl izin vereceksin Mona? Karnındaki bebekle onun farkı ne ki? Piç olması mı. Evet, buydu. Ama böyle olmasıı gerekmezdi değil mi? Gerekmezdi tabii, kuralları yıkabilirdi. Karnındaki bebekle aynı kanı taşıyan biri neden o eziyeti çeksindi ki?
"Kızı buraya getirin." diye emir verdi. Görmek istiyordu. Kocasına ne kadar benziyordu, tatlı mıydı, yoksa çirkin miydi merak ediyordu. Paçavra kadın orada dururken, orada küstah bir biçimde öylece dikilirken, ezici bakışlarıyla onu yok edebilirmiş gibi, gözleriyle yakmaya devam etti kadını. Fahişe. Pis fahişe. Anne olmamalısın sen. Olmamalıydın. Küçük kızı gördü. Birinin yardımıyla yürüyordu. Tahmin ettiği yaşlardaydı bebek, ya d açocuk. Ne olduğuna karar veremedi. Etrafına korkmuş büyük kahve gözleriyle bakıyordu. Kahve değil, kehribar. Kehribar rengi harika gözleri vardı kızın. Jordan'In muhteşem bir kız kopyasıydı. Ona bu kadar benzeyen başka birini görmüş müydü buralarda? Sanmıyordu. Onun çocuğu olduğu kesindi. Bir anda dayanamadı. Göğsünün sol tarafındaki o kan pompalayan organa bir sancı girdi. Yaşamasını sağlayan kalbi. Peki Jordan olmadan atar mıydı o kalp? Sanmıyordu. Kendi çocuğu ona benzeyecek miydi? Bu bebeği gördükten sonrai benzemezse ne olacaktı? Bu çocuğun Jordan'dan olduğuna şüphe yokken kendi bebeğine piç derlerse ya? Canı yandı. Daha doğmayan çocuğu için acı çekiyordu. Kocası başka birinden baba olduğunu öğrenmişti şimdi, ya Mona'yı eskisi kadar sevmezse? Aşklarının meyvesini istemezse ne olacaktı? Bilmiyordu. Dayanamadı. Elleri titredi, ağır kadehin elinde olduğunu fark etmemişti. Masaya bıraktı. Çevresini kısa bir süre süzdü, gözleri üzerine dikilmiş, onu yargılayan canavarları. Ne yapmasını istiyorlardı? Beni rahat bırakın, beni yalnız bırakın. Dudakları kıpırdadığında sesini çıkaramadı. Sanki, koca bir elmayı nefes almadan yemişti, şimdi o boğazında koca bir yumruydu. Canını yakıyordu, gözlerinin yaşardığını hissetti. Oturduğu sandalyenin kenarlarına tutunarak ayağa kalktı, yere baktı. Dengesini sağlamak için çok kısa bir süre daha dikildikten sonra, adımlarını kapıya doğru ilerletti. Yabancı olduğu bu şehirdeki, misafir olduğu odaya gitmek istiyordu. Oraya gitmek ve uyumak, yorgundu. Sabah uyanınca bunlar gerçek olmayacaktı. Bir şakaydı sadece. Uyku her şeyi çözerdi.
Uykuya dalmak üzereyken bedeninde hissettiği dokunuşlarla kendini o perdeden ayırd genç kadın. Mavi gözleri açıldı, odanın duvarlarına dikildi mutsuz bakışlarla. Sevgilisinin geleceğini biliyordu, işte buradaydı. Salonda olanların sadece bir oyun, onu şaşırtmak için yapılan bir tiyatro olduğunu mu söyleyecekti yoksa? Hepsinin sadece bir şaka olduğunu, o minik kız çocuğunun, o adımlarını düzgün atamayan kız çocuğunun başka birinin bebeği olduğunu? Keşke. Keşke her şey bu kadar basit olsaydı. Şaka bile değil, delirip kendi hayallerinin ürünleri olmasını bile tercih ederdi. Kalbine saplanan o minik iğneler de yok olurdu belki. Teninin her yerinde hissettiği o kesikler. Ruhunun bu dünyadaki maddi evi, vücudu o tanıdık olduğu bedene yaslanırken kendini güvende hissedemiyordu ilk defa. Altından yapılmış gibi duran saçlarında gezinen eller, ilk defa ona sıcaklık hissi veremiyordu. O kadının da vücudunda gezinmişti bu eller, kolları o kadının da göğüslerinde, belinde, bacaklarında gezinmişti. Onun da vücudunu bir yapboz gibi birleştirmiş, erkekliğinin tohumlarını ona da hediye etmişti. Fahişenin kadınlığının topraklarını döllemişti, ona bir meyve vermişti. Bana yaptığı gibi. Gözlerinden yaşlar süzülürken, yanağını okşayan parmakları hissetmemişti belki de ıslaklığı. İşittiği ses Jordan'ın her zamanki o güçlü sesi değildi, hüzünlü bir sesti, yumuşak, fısıltı gibi. Fahişenin de kulağına böyle fısıldamış mıydı? Az önce yaptığı tespitleri unutmuş görünüyordu, onunla bir ilişkisi olmadığı barizdi ancak Mona'nın kıskanç ruhu düşüncelerini ele geçirmişti.
Omzunda hissettiği buse, ona fısıldıyordu sanki yaklaşması için. Ona dönüp sımsıkı sarılmak istiyordu, geceleri başını koyduğu göğsüne yaslanıp usulca ağlamak. Ama yapamazdı, kalbi bu kadar kırgınken, ona teslim olsa ne olurdu? Karnında hissetti kocasının elini, bebeklerinin büyüyecek olduğu yer. Mona'nın minik meleği olacaktı o, eğer yaşarsa. O çocuktan sonra evliliklerini kimse sarsamazdı. Güvence altına almış olacaklardı, belki sonra daha başkaları da olurdu minik meleklerinin. Ama ya yapamazsa? Çocuğunu taşıyabilecek miydi? Anne olabilecek miydi? Belki birkaç başarısız denemeden sonra Jordan ondan umudu keser, terk ederdi. Yüzünde o hayalkırıklığı ifadesini görecek miydi hiç? Belki bir düşükte. Ölü doğan bir bebekte. Yavrusunu koruyamazsa içinde, ona bir varis veremezse hali ne olurdu? Piç bir çocuk, doğmayan bir çocuktan daha soyluydu elbette, daha değerliydi. Kısır olmayan bir kadın da, bebeğini taşıyamayandan daha üstte tutulacaktı elbette. Soylu olup olmaması ne fark ederdi? Soy devamını sağlayan kazanırdı tabii.
Konuşan kocasının sesi ufalmış, pişmanlıkla dolmuştu. Benden değil, o kızdan özür dilemelisin sevgilim. Mona'dan önce olmuş bir şeydi, kıskanıyordu evet ancak buna kızamazdı. O ortalarda yokkendi bu, çok uzun zaman önce. Kocasının ona karşı bir sorumluluğu yoktu bu konuda. Ortadaki asıl mağdur, o minik kız çocuğuydu. Kehribar gözlü kız çocuğu. Annesinin onu sevmediğini düşündü Mona, ne kadar sevebilirdi ki? O bebek kadın için bir yüktü muhtemelen, başka bir şey değil. İşini engellediğine emindi, onu yorduğuna. Kızdan kurtulmak istiyor olmalıydı. Peki ya babası? Onu tanımıyordu bile. Babası onu asla tanımamıştı, bir yabancıydı. Kız muhtemelen yatağı mutfakta olduğu gibi, ya mutfakta çalışırdı ilerde, ya da annesi gibi bir fahişe olur çıkardı. Bunu düşününce, midesi kalktı Mona'nın. Kocasının kızının, aptal bir fahişeye dönüştüğünü görmek istemiyordu.
"Benden değil, çocuğundan özür dile. Babasız büyüyeceği için, seni tanıyamayacağı için özür dile Jordan."
Bedenini sevgilisine çevirdi, başını hafifçe geri çekerek yüzünü düzgünce inceledi. Üzgün olduğunu görüyordu, sinirleri harap olmuştu, Mona'dan özür dilemek istiyor gibiydi, çaresizlik doluydu yüzü. Tanıdık dudaklarını hafifçe kendininkilere bastırdı, parmaklarıyla kendi gözünün yaşını sildi. Sormak istiyordu, nasıl dayanacaksın Jordan, o çocuğu unutabilecek misin, bizim bebeğimiz olmazsa ne olacak? Kızını bir kez tanıdıktan sonra onun çürüyüp gitmesine nasıl göz yumacaksın? Sana benzeyen o bebek. Bir sürü şey söylemek istiyordu, ama sesini çıkartmıyordu. Bunun kocasını parçalayacağını, kalbini kıracağını biliyordu. Peki ya sen Mona, o çocuğu kendininkinden ayırıp, öyle büyümesine nasıl izin vereceksin? Kendisi de bir anneyken, anne olacakken Jordan'ın kanının o şekilde yaşamasına izin veremezdi. Hayır, olmazdı. Mona pişmanlıkla yaşayamazdı, adını bile bilmediği bu kızı unutmayacağını ismi gibi biliyordu.
"Annesi bırakıyorsa, çocuk kaleye alınacak. Bizimle büyüyecek, ben onu babasız bırakamam."
Jordan'ı bu gece bir kez daha şok etmişti dudaklarından dökülen sözlerle, kabul ettirmek için uğraşması gerektiğini biliyordu.</blockquote>
| |
|