PottersDiary
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
x. Christian B. August & Taha
x. Lloyd J. Brooklyn & Hikmet
x. Vilcjo Vilhelm & Ege
x. Vorchenza Vescovi & Esra

İyi Eğlenceler
Gryffindor .x. 000
Slytherin .x. 000
Ravenclaw .x. 000
Hufflepuff .x. 000

İyi Eğlenceler

Müritler x Eski Yoldaşlık


İyi Eğlenceler
Gryffindor .x. 000
Slytherin .x. 000
Ravenclaw .x. 000
Hufflepuff .x. 000

İyi Eğlenceler

 

 Hogwarts Çalışan Alımları

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
Christian B. August
Mürit&Yönetici
Mürit&Yönetici
Christian B. August


Gerçek İsim : Taha.
Kan Durumu : Safkan.
Taraf : Mürid-i.
Mesaj Sayısı : 59
Kayıt tarihi : 29/08/12
Yaş : 104

Hogwarts Çalışan Alımları Empty
MesajKonu: Hogwarts Çalışan Alımları   Hogwarts Çalışan Alımları I_icon_minitimeÇarş. Ağus. 29, 2012 7:56 am

&&& Okul Çalışanları
Okul Bekçisi
*
Okul Şifacıları
*
Kütüphane Görevlisi
*

Başvurular için:
Pozisyon:
Örnek RO:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aurélie Chevalier
Okul Şifacısı
Okul Şifacısı



Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 04/09/12

Hogwarts Çalışan Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Hogwarts Çalışan Alımları   Hogwarts Çalışan Alımları I_icon_minitimeSalı Eyl. 04, 2012 7:38 am

Okul Şifacısı
            Çocuklar günlerce idamcılık oynardı arkadan, köklü bir eğlentiydi bu. Sonra, başı kesildikten bir süre sonra; kesilen başa özel bir sevgi duyulur, bu haksızlığa işleyen cellat lanetlenirdi. Cellat bütün haksız ölümlerin tek suçlusuydu.
            Bu neşeli ölümlerin...

            İdamlar belli mahkemelerden sonra olurdu, görünüşte, ama önce cellat şeytandan işaret alır almaz, idam edilecek zavallıya suç işletirdi.
            Doğa üstü güçleriyle...
            Kızıl saçlarıyla...



Boş şöminenin salonun içinde kapladığı o gereksiz köşenin karşısında masa başında oturan cadının titrek elleri eskimiş bir tüy kalemi parşömenin son demlerine gem vuruyordu. Kolunu çevirdiğinizde asla açılmayacakmış gibi duran, odanın bir diğer köşesine bakan kapalı kapının dışındaki soluk tabelayı iki yanındaki mum ışığı aydınlatıyordu. Masadaki kadının yüzünü cılız, sarı bir ışık kaplamış; kıvırcık saçlarının üzerinde emanet gibi duran yuvarlak şapkasının başı için küçük tasarlanmış olduğu gözden kaçmıyordu. Devasa şömine yeşil bir alevle aydınlanıp sönerken alevlerin içinden çıkan adam ceketinin omuzlarını neşeyle silkelemekteydi. Yüzündeki memnun ifadeye karşılık vermeyen danışmadaki cadı önünde karalamakla meşgul olduğu buruşuk parşömene bakındı. Yüzü henüz kırışmaya başlamış, belki de menapoz dönemine yeni girmiş olan cadının dudaklarının çevresindeki kaslar sertçe kasılmış; pek düzgün olmayan dişleri kendini göstermişti. "Bay Grimson, değil mi?" Soruş tarzından cadı cevabı bildiğini alelade belli etmişti ki büyücü tanınmışlığının farkındalığını yaşıyor, yüzündeki tebessümü korumaya kararlı bir şekilde cadıya yanaşıyordu. Aksak bacağı cadının ilgi alanına girmişti, buruşmuş göz kapaklarının altından meraklı fakat solgun gözlerle adamın yürüyüşünü izliyordu. Toprak rengi kumaş pantolonunun üstüne kareli uzun bir gömlek giymişti büyücü, bir eliyle de ceketini peşinden sürüklüyordu. Masaya vardığında ayasını masaya dayadı, yüksek sayılabilecek bir sesle dikkatle ona bakan cadının yüzüne yaklaştırdı yüzünü. "Geç kalmadım ya. Hah! Bu tozun kullanmaktan hiç hoşlanmıyorum." Cadı söylediklerine kayıtsız kaldı, yüzünü aydınlatan sarı ışık mavi gözlerini yeşile çevirmişti ve o gözler büyücüye aynı ilgisizlikle bakıyordu. Penceresiz odanın içini yanan şöminenin içindeki çalı çırpının çıtırtıları doldurmuştu. "Asanızı alabilir miyim?" Cadı monoton ses tonuyla bunları söylerken uzun tırnaklı parmaklarını Grimson'a uzattı. Asayı teslim eden büyücü gülümsemesinden bir şey kaybetmemişti. Cadı gözlüğünü gözlerinden uzaklaştırarak kendi asasını çıkardı, Grimson'un asasına yöneltti. Asa mavi bir ışıkla cadının elinden havalandı, cadı asanın güvenli olduğundan emin olduğu anda gözlüğünü tekrar gözlerine yaklaştırdı ve asayı sahibine teslim etti.

Dağınık saçlı Grimson salona geçerken lobideki genç cadıyı tanımıştı, aksayan ayağıyla tamamı damalı zeminde hızla yürümeye koyuldu. Yanına vardığında cadının gri gözleriyle buluştu, henüz traş olmuş yüzündeki gülümsemeyle gamzeleri ortaya çıkmıştı. Porsche Harford ona münnetle bakarken Grimson nezaket gereği genç cadının sol eline küçük bir buse bıraktı. Harford'un üzerindeki leylak kokusu sanki bütün bir odayı kaplıyordu. Cezayir'de birlikte çalıştığı zaman Harford küçük bir kız sayılırdı, taze Hogwarts mezunu cadının yetenekli olması bir yana disiplinli çalışmasından bir yerlere geleceği belliydi. Vefalı cadı sık sık ona mektup yazsa da Cezayir'den sonra görüşme fırsatı olmamıştı. Cadının yumuşak elini bıraktıktan sonra Grimson gür ve neşeli sesiyle lobiyi inletmeyi başarmıştı. "Demek seni de çağırdı, bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştim!" Harford zarif bir el hareketiyle saçlarını düzeltirken yüzünde sevimli bir tebessümle büyücünün dediklerinin farkındalığıda olduğunu gösterdi. Bu kadar ileri gitmişti, evet. Harford belki yaşam kalitesinden ödün vermişti ancak burada olması ... buna değerdi. Oval yüzünü aydınlatan ışık kirpiklerinden ötesine ulaşmaktan çok uzaktı. "Çok şey bilmiyorsunuz Grimson, hepsini sizinle paylaşacağım. Öncelikle toplantı salonuna geçmeliyiz." Ses tonundaki rica ifadesine istinaden Grimson yürürken genç cadının hemen yanındaki yerini almıştı. Açık konuşmak gerekirse Grimson tecrübeleri açısından kusursuz bilgi birikimine sahip olan bir simyacıydı. Ne var ki ciddiyetten uzak, sürekli tebessüm halinde olan dudaklarından kötü bir söz duymak mümkün değildi. İyi niyeti ve bu zamana kadar yaver giden şansının meyvesi olarak görüyordu Harford onun bu neşesini. Onca tehlikenin yanında pervasızca gülmenin başka bir açıklaması yoktu.

Toplantı masası standart oval masaların aksine belirli bir çapı olan düpedüz bir çemberden oluşuyordu. Yüksek masanın etrafını çevrelemiş tam on bir yüksek sandalye bulunuyordu. Salonun ve masanın tasarımı kesinlikle tek bir kişinin keyf-i zevkine bırakılmamıştı, buradaki her şeyin kendi anlamı dışında çağrıştırdığı başka bir şey vardı. Harford başını çevirdiği her yerde bu gizemi keşfediyordu, yüzündeki tebessüm da mu hazzın ürünüydü. Grimson ile başkan masasının solundan üçüncü ve dördüncü sıraya oturdular. Petreus başkan masasına yerleşirken geniş vücudu sandalyenin içine yayılmış vaziyette, elinde işlemeli asası, gelenlerle selamlaşıyordu. Dünyanın pek çok yerinden gelen ünlü simyacılar çemberin etrafında dizilirken Petreus toplantıyı açacak tokmak sesini bütün salonun duyabileceği şekilde masaya vurdu. Masanın üzerindeki mumlar ve tepedeki avize masayı ve masadakilerin yüzlerini sarı ışıkla aydınlatırken Harford çantasından hem dolu hem de boş parşömenler çıkardı. Artık yaşı epey ilerleyen Petreus kısılmış sesiyle konuşmaya başlamıştı.

"Yılda bir yapılan toplantıların yararlı olmadığını biliyoruz, bu yıl da zaman sıkıntısı olan pek çok simyacı aramızda değil. Neyse ki aramızda kendilerini kısa sürede geliştirip burada önemli kararlar alırken genç beyinlerinden faydalanacağımız insanlar var. Vaktinizi çok almayacağım, zira asıl toplantı iki hafta sonra yapılacak." Şarap kadehini andıran -belli bi biraz daha büyüktü- kadehten bir yudum su aldı. Kaşları hafif çatıktı, sakalı da uzun fakat biçimsizdi. İyi bakışı ve düzgün ingilizcesi vardı. Devam etti. "Büyü dünyası bizi bir seçim yapmaya zorluyor, arada kalma gibi bir seçeneğimiz yok." Lafı uzun boylu esmer bir büyücü olan Angreth tarafından kesilmişti, Roman görünümüne aldanılmaması gereken bir simyacıydı. Konu hakkında bilgisi olduğu ses tonundan ve kurduğu cümlelerden anlaşılıyordu. "Biliyorsunuz ki -Petreus- simyacılar dışında birbirini kollayan başka bir meslek yoktur. Mürit veya farklı güçlere sahip olan varlıklardan bahsetmiyorum. Burası bizim sendikamız ve aynı meslekten olan insanlar olarak birbirimizi en iyi biz anlarız, biz koruruz. Eğer bir seçim yapacaksak, bu çemberin tamamı seçime ortak olmalı." Harford ve Grimson içten içe bunu onaylıyordu, para karşılığı çalışıp simyacılar gibi haklarını kollayabilecekleri bir platforma sahip meslek yoktu. Ölüm sessizliği konuşma bittiği anda salonun etrafını sarmıştı, riyakar gölgelerin kıpırtısı Harford'un ensesinde buz etkisi yaratmıştı. Burası düşünüldüğü kadar güvenli değildi, hissediyordu. Yine de konuşulacak hiçbir şeyden geri kalınmayacaktı. Belki de korkunun belini kırmanın vakti çoktan gelmişti.

Sessizliği bozan cılız seslere aldırmadı Harford, tartışmalar gereksizdi ve özgürlüğün pek çok şeyden daha önemli olduğunu düşünüyordu. Alnını secdeye, dizini toprağa götürecekse bunun tüm insanlığin refahı için olmasını dilerdi. Siyah saçlarını eliyle geriye bıraktı ve gri bakışlarını Petreus'a çevirdi. Gözleri, sanki bu anlamsız diyaloga son vermesine minnet duyar nitelikteydi. Titrek mum ışığının verdiği ilhamla Harford toplantıya müdahale etti. "Benim batıl inançlarım yok, Petreus. Fikirler ve idealler uğruna yaşıyorum. Bir bakanlık bile yokken, büyücü okulları bile yokken okült tarihi hatırla! Simyacılar tarihi çok eski ve her daim özgürler. Özgürlük götürürler." Petreus'un acil toplantısının belki de en yararlı konuşması bu olmuştu. Büyücülerin zihinlerini aydınlatıp çıkar hesabı yapma zamanı gelip çatmışken bir anda safa geçme kararı alınamazdı. Petreus da farkındaydı, kısa bir görüşme olmasına aldırmasan toplantıyı sonlandırmaya karar verdi. Salondakiler karara itimat etmişlerdi şüphesiz, kafa kurcalayan bir konuydu ve tazeden araştırması yapılmalıydı. Kulaktan doğma söylemlerle hükmü verilecek kadar basit değildi, hayat.

            O hem hüküm sürenlerin hem baş kaldıranların celladıydı. Hüküm sürenlerin ve baş kaldıranların somut haksızlığıydı. Cellat düşmanca anıldı.
            Yağmurlardan sonra kente varan ırmak kızıl akardı. Kent halkı o zaman bilirdi ki cellat yeni bir idama karar verdi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Christian B. August
Mürit&Yönetici
Mürit&Yönetici
Christian B. August


Gerçek İsim : Taha.
Kan Durumu : Safkan.
Taraf : Mürid-i.
Mesaj Sayısı : 59
Kayıt tarihi : 29/08/12
Yaş : 104

Hogwarts Çalışan Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Hogwarts Çalışan Alımları   Hogwarts Çalışan Alımları I_icon_minitimeSalı Eyl. 04, 2012 7:42 am

Rütbe veriliyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Claudia Chamberlain
Kütüphane Görevlisi
Kütüphane Görevlisi
Claudia Chamberlain


Gerçek İsim : Kübra
Mesaj Sayısı : 17
Kayıt tarihi : 04/09/12

Hogwarts Çalışan Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Hogwarts Çalışan Alımları   Hogwarts Çalışan Alımları I_icon_minitimeSalı Eyl. 04, 2012 9:32 pm

Pozisyon: Kütüphane Görevlisi
Örnek RO:

    Gökyüzü kapkaraydı yine, ruhuna eşlik edercesine. İçindeki anlamlandıramadığı sıkıntının kaynağı neydi bilmiyordu, merak ettiği ortadaydı fakat bu sıkıntı içini öyle bir kaplamıştı ki yerinden kolunu kaldırabileceğini dahi sanmıyordu, bu yüzden yavaşça esnedi, sol köşede müzik setinde çalan Shamrain'de ruhuna eşlik eder gibiydi. Gözlerine uykunun gölgesi düştüğünde gün henüz yeni batmıştı. Sallanan sandalyede ritmi tutturmuş gibi bir ileri bir geri gidip geliyordu, çalan müziğe eşlik eder gibi hareketleri bu müzik içerisinde bir ahenk ve uyum sağladı. Bir süre sonra bu ritm içerisinde kolu sandalyenin kenarında hafifçe kaydı ve başı yana düşüp huzurlu bir uykunun kollarına teslim oldu. Nefes alıp verişleri düzenli ve sakindi bu da onun o gün o kabuslardan birini görmediğini gösteriyordu ve o gün o cam kenarında güneşi son görüşü olduğunu bilmiyordu. Nereden bilebilirdi ki bunun için bir kahin olmalıydı. Uyurken o kadar masum ve savunmasızdı ki küçük kız kardeşinin yanına geldiğini ve üzerine bir battaniye örttüğünü bile hissetmedi. Küçük kız o çilli sevimli yüzü ile uyuyan ağabeyine gülücük attı ve en az kendininki kadar koyu kumral saçlarını okşayıp alnına bir öpücük kondurdu. Bunu hissetmiş gibi genç delikanlının dudak kıvrımlarında uykuda olmasına rağmen bir gülücük izi belirip geçti kısa bir an.

    Birbirlerini seven iki kardeş biri yirmi birine henüz girmiş genç bir delikanlı diğeri ise on bir yaşlarında küçük sevimli bir kız çocuğu, hayatta sadece ikisi kalmıştı, bu yüzden birbirlerine o kadar sıkı bağlanmışlardı ki ayrı oldukları zamanlarda kendilerini mutsuz ve yalnız hissetmeye başlamışlardı. Küçük kız odada ağabeyini yalnız ve uykusu ile baş başa bırakıp mutfağa yöneldi, boyunun bu kadar kısa olmasından kendi kendine şikayet edip bir sandalye aldı ve aslında gereğinden fazla yüksekte yapılmış tezgaha yaklaştı, yiyecek bir şeyler hazırlamalı ve son günlerde bitkin görünen ağabeyine biraz yardımcı olmalıydı, üstelik bu sene büyücülük okuluna başlayacak ve ağabeyi yalnız kalacaktı, kendisi olmadan ne yapardı acaba? Büyük bir ihtimal canı sıkılacaktı yine de başının çaresine bakabilecek biriydi ağabeyi, güçlüydü ve dayanıklıydı. İren tezgaha biraz daha eğilip daha önceden çıkarttıkları sebzeleri yıkadı, o yaşlarda bir kızın en azından kendine oynayacak bir şeyler bulması gerekirdi ama yapamıyordu, ağabeyi hastalanmış ve son zamanlarda bitkin düşmüştü bu yüzden gidip oyunlar oynamak yerine ona yardımcı olmalıydı. Sebzeleri yıkadı ve Otto' dan daha önce milyon kez gördüğü gibi onları bir tahtanın üzerine dizip eline çekmecelerden birine uzanarak bıçak aldı, bunları güzelce kesmeyi başarabilirse aklında kalan tarife uygun bir yemek hazırlayabilirdi, bunu başarabilirse Otto'ya kendini ispatlamış olacak ve böylece artık yemek yapmasına izin verecekti, böylece onun yükünü de azaltacaktı, becerikli olduğunu düşünüyordu, en azından kendinden emindi. Eline bir patates alıp dışını soymaya başladı fakat bir türlü Otto gibi soymayı beceremiyordu, o hep hızlı hızlı ve çabuk yapardı bunları, yüzünü ekşitti, demek ki ağabeyini yeterli derecede izlememişti yemek yaparken. Küçük kız patatesi nasıl ve hızlı bir şekilde soyacağını düşünürken tezgahın üzerine bir gölge düştü ve bu İren'in korku ile yerinde sıçramasına sebep oldu, arkasını dönüp baktığında bunun ağabeyi olduğunu fark edip sakinleşmek için yutkundu. “Beni korkuttun.” dedi o sevimli, küçük, çilli burnunu küçük sevimli bir cadı gibi büktü ve renkli gözlerini kısarak ağabeyine baktı, bir gölge gibi hareket etmesine gerek yoktu.

    Genç delikanlı kız kardeşinin elindeki bıçağı aldı ve solgun yüzüne zoraki bir gülümseme katarak. “Bunun için yaşın daha çok küçük, bırak da ben yapayım.” dedi. Tezgahın yanında sandalye üzerinde dikilen İren ağabeyine endişeli gözlerle baktı, bir şifacıya görünmesi gerekiyordu, onun son zamanlarda neden bu kadar solgun ve hasta olduğunu bilmiyordu, belki biraz iksirle kendine gelebilirdi. Bu konu hakkında yan komşuları ile konuşmalıydı, o yaşlı ve emekli bir kadın olsa da bu işlerden çok iyi anlardı, üstelik zamanında şifacılıkta yapmıştı. Elini bir havlu ile kuruladı ve sandalyeden yavaşça indi. Otto nasıl olsa ona yemek yapması için artık izin vermeyecekti bu yüzden en iyisi yine öncesinde de olduğu gibi bir köşeye çekilip onu izlemekti. Genç adam İren'in elinden aldığı bıçak ile seri, hızlı şekilde sebzeleri doğradı ve onları bir tencerenin içine boşaltıp baharatlarını ve birazda suyunu ekleyip ocağa koydu. Asası ile küçük büyüler yapıp mutfağı temizledi ve yorgun bir halde tezgaha yaslanıp soluklandı, gözlerinin altına gölgeler halinde morluklar düşmüş ve alnında küçük ter damlacıkları belirmeye başlamıştı. Dudağı ise susuz bir çölde kalmış gibi kuruyuvermişti. Dili ile hafifçe ıslattı dudağını ve alnındaki teri elinin bir hareketi ile silip kardeşine baktı. “Yemek bir saate pişer, Marie'ye söyleyeceğim birazdan yanına gelip sana yardımcı olur, benim dışarı çıkmam gerek, geçenlerde sattığım tablonun parasını henüz alamadım, onu alırsam senin okul eşyalarını rahatlıkla karşılayabilirim.” dedi kız kardeşinin herhangi bir cevap vermesine fırsat vermeden komodinden ceketini aldı ve kapıyı hızla çekip çıktı. Boş sokağa çıkmadan önce yaşlı komşuları Marie'ye kardeşine yardım etmesi için ricada bulundu, neyse ki kadın bu iki yetimi de çok fazla seviyordu ve onların isteklerini aksatmadan yerine getiriyordu, üstelik oda bu iki kardeş kadar yalnızdı.

    Otto sokağa adımını attığında hava çoktan kararmış ve gökyüzünde ay o her zamanki ihtişamı ile yerini almıştı, bitkin adımlar ile yürümeye başladı, ellerini ceketinin iç ceplerine soktu ve o mutsuz yüzüne biraz renk getirebilmesini sağlayacak herhangi bir şey aradı etrafta, yürüdüğü o boş sokakta ruhu gibi bomboş ve kimsesizdi. Şimdi kendini daha fazla yalnız hissediyordu, ceketin yakasını kaldırdı ve yürümeye devam etti, fakat içinde takip edildiğine dair bir his uyanmıştı ve bu da onu gereğinden fazla rahatsız etmişti. Boş sokak arasında döndü ve geri baktı, görünürde kimseler yoktu boş binaların çevresini sarmalayan gölgelere baktı gözlerini kısarak ama kimse görülmüyordu bu yüzden hafifçe omuzlarını silkti ve yürümeye devam etti.

    Ailemin katili

    Birinin kendisini takip ettiği hissinden bir türlü kurtulamamıştı, bir iki adım daha attı ve geri bir kez daha dönüp. “Kimsen çık ortaya, bu hiç eğlenceli değil.” dedi. Rahatsız olmuştu ve bu rahatsızlık ile kaşları çatılmıştı, peşindeki bir manyak olsa dahi kendini nasıl savunabilirdi ki? Hastaydı, yorgundu ve güçten düşmüştü, üstelik aptallık edip asasını evde unutmuştu, geri dönmeli miydi? Bu düşünce ile yerinde kıpırdayıp evin yoluna doğru hamle ettiğinde o koca sokakta karşısında bir gölge belirdi sokak lambasının altına doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı ve Otto geri adım atmaya başladı. Bu bir kadın siluetiydi. Kızıl saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu, bembeyaz teni onu bir ölü gibi gösterse de gözlerindeki o amber rengi bunun aksini ispatlıyordu. Bir gece tanrıçası olacak kadar güzel olsa da o şeytansı kızıllıktaki saçları bunun aksini ispatlıyordu. “Ne istiyorsun.” dedi genç kadına bakarak geri adımlar ile yürümeye devam etti, korkutucu bir tip olduğu aşikardı. Genç kadın üzerine doğru yürüdü ve adının Xenia olduğunu bunu aklında iyi tutması gerektiğini söyledi. “Derdin ne senin?” dedi kızmıştı Otto, bir kadının üstelik bu kadın bu kadar ürkütücü ve itici iken kendisini kıskıvrak sıkıştırmasından hoşlanmamıştı. “Annen ve baban her şeye burunlarını sokuyorlardı, onlara bu kadar meraklı olmamalarını söylediğimde ve canlarını yaktığımda yüzlerinin aldığı o hali görecektin.” dedi burada öyle sesli bir kahkaha atmıştı ki, kahkahası gecenin içinde yankılanmış ve onu gereğinden daha fazla ürkütücü kılmıştı. Otto onun bu sözleri üzerine kaşlarını çattı. “O iğrenç yaratık sensin.” dedi bağırarak, ailesini öldüren kişiyi hayal meyal hatırlıyordu.

    Babası kardeşini de alıp hemen kaçmasını söylemişti , o zamanlar Otto henüz on beş küçük kardeşi İren'de on yaşlarındaydı. Geriye dönüp son bir kez bakmış ve annesinin bağırtılarını duyup bedeninden acımasızca çekilip alınan kanın rengini görmüştü. Yüzü kireç gibi kesilip kolları cansız bir beden halinde iki yana düşmüştü ve babasınında sesini son bir kez duymuştu. Nasıl saklandığını ve kaçtığını dahi hatırlamıyordu. İren'in ağlamaması için elinden gelen her şeyi yapmıştı fakat o an kendi ellerinin titremesine engel olamamıştı. Sonuçta babası ve annesi iğrenç bir katilin ellerinde hayata gözlerini yummuş Otto ve kardeşi kaçıp saklanarak yeni bir hayata başlamışlardı, uzun zaman travmadan çıkamamıştı kardeşine nasıl baktığını ve aç kalmaması için nasıl uğraştığını dahi hatırlamıyordu, tipik bir robot gibiydi o dönemlerde. Geçmişinden sıyrıldı ve gerçeklere döndü, şimdi o kadın bir kez daha izini bulmuş ve onuda anne ve babası gibi öldürmek için karşısına dikilmişti. “Anlamıyorum, sana ne yaptığımızı dahi bilmiyorum, neden bizi rahat bırakmıyorsun?” dedi geri birkaç adım daha attı ve cevabını beklemeden koşmaya başladı, o kadar halsizdi ki onun bu hareketi bir işe yaramamış ondan kurtulmak yerine tam aksine daha fazla kışkırtmıştı. Birkaç darbe aldı ve bu yere yığılmasına sebep oldu, vücudundaki o basıncı hissedebiliyordu, kendini öldürmeye o kadar azmetmişti ki kadının gözleri artık başka bir şey görmüyordu. Onca acının arasında ise Otto'nun tek düşündüğü kardeşinin iyi olup olmadığı idi, kendisinin artık daha fazla gücü kalmamıştı ve bir süre sonra öleceğini biliyordu, her şey için artık çok geçti. İren'in gülen yüzünü hissetti Marie'nin anlayışlı anaç tavırlarını.

    Vasya kim?

    Her şey karanlığa gömülmek üzereyken başka bir siluet belirdi ne olduğunu anlamaya çalışmak için gözlerini açmaya zorluyordu. Çok derin yaralar almıştı ve kurtulması imkansız gibi görünüyordu. Diğer kadın kaçmış ve onu orada öylece bırakmıştı, bir el vücuduna yaklaştı ve genç delikanlıyı tutup kendisi de yere oturduktan sonra dizlerine yasladı başını. Gözlerini gölgeleyen kirpikleri son bir kez açıldı ve Otto yeşil gözlerini yeni gelen kadının gözlerine dikti. “Kimsin sen? Kurtarıcı melek mi? “ dedi gülümsemeye çalıştı, onun diğer kadın gibi olmadığını hissedebiliyordu. Başını dizleri üzerine almış kendi yaşlarına yakın olduğunu düşündüğü genç yüzde anlayışlı bir gülümseme belirdi ve “Kurtarıcı melek değil sadece Vasya.” dedi kendi bileğine bir çizik attı ve kanını içmesi için onu zorladı. Anlamıyordu, neden içecekti ki? Yinede gittikçe bulanıklaşmaya başlayan düşüncelerini daha fazla zorlamadı, karşı çıkmamıştı, dediğini yaptı ve atan kalbi artık bir son buldu. Şimdi tamamen karanlığın esaretindeydi, ölmüştü ama o bahsettikleri ışığı bir türlü göremiyor gibiydi, ruhu bedenine hapsolmuştu, Otto artık dünya cehennemini tatmaya hazırdı, bu koca gezegene bir lanetle sıkışıp kalmıştı.

    Gözleri kapanıp da karanlığa hapsolduktan sonra hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Son anda boğulmaktan kurtulmuş bir adam gibi hızla nefes aldı. Bembeyaz bir odada açmıştı gözlerini bembeyaz bir örtünün altındaydı, gözlerini hızla açtı ve yüzündeki örtüyü çekti. Burasıda neresiydi? Önce boş beyaz tavana baktı sonra gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, bu yoğun ışık demetine alışmaya çalışır gibiydi onca karanlık geceden sonra, buz tutmuş parmak uçları yavaşça kıpırdadı. Aynı uyuşuklukla başını oynattı, böyle uyuşuk hissetmesine rağmen kendini çok daha güçlü hissediyordu, sanki tüm hastalığı üzerinden çekilip alınmış gibiydi, öksürmüyordu, ağzından kan gelmiyordu artık, başını yana çevirdi ve yanında birkaç sedye daha gördü, çıplaktı, elbiseleri neredeydi? Hızla doğruldu ve içini bir endişenin kaplamaya başladığını hissetti. Bir rüya görüyor olabilir miydi? Gözlerini birkaç kez daha kırpıştırdı, hayır rüya değildi, ayak parmak ucuna takılmış o küçük etiketi gördü, Otto Juhasz ve ölüm tarihi yazıyordu, korkmaya başladığını hissetti fakat korktuğu zamanlardaki gibi kalbi artık atmıyor gibiydi. Açlık hissediyordu, eskiden ağzından gelen kan'ın tadından hep nefret etmişti, oysaki şimdi kokusunu o kadar derinden alıyordu ve bu koku ona o kadar güzel geliyordu ki bu açlıkla gözlerinin yeşilinin kan rengini aldığından haberi dahi yoktu. Etiketi parmağından hızla çıkardı ve sedyeden inip yan sedyedeki örtüyü açtı, bir başka ceset daha. Diğer sedyeye gitti ve aynı şeyi yaptı, bir ceset daha sırası ile hepsinin örtüsünü üstünden çekip aldı. Çıldırmak üzereydi, geri birkaç adım attı ve içinde neşter ve plastik eldivenlerde dahil bir kutuyu yere düşürdü.

    “Ne işim var benim burada?” kendi kendine bu soruyu birkaç kez tekrarladı delirmiş gibi bağırmaya başladığının farkında değildi, cesetlerle dolu odayı terk etmek için kapıyı hızla çekti, o eski güçsüzlüğünden eser yoktu, kapının menteşesi yerinden oynamış ve kırılmış kapı ileri savrulmuştu, üzerinden az önce ittiği örtüyü aldı ve beline sardı, morgun koridorlarında bir sarhoş gibi savsak adımlarla yürümeye başladı, boğazı yanıyordu, açlığı gittikçe artmaya başlamıştı. Tamda zamanlanmış gibi morg hademelerinden biri karşısına çıkıp büyük bir şoku atlatmak istercesine silkelendi ve Otto bağırdı. “Neden buradayım?” dedi adam korkmuş gibi görünüyordu. “Öldüğünden emindik.” dedi Ottoya bakarak, gözleri korkunçtu daha önce hiç böyle bir göz rengi görmemişti. Bir muggle olarak görmesi de imkansızdı zaten. Mitlere ve diğer doğa üstü hiçbir şeye inanmayan diğer sıradan insanlardan biriydi oda. “Neden buradayım?” diye tekrarladı, orta yaşlarında ve kısa boylu, kilolu adamın üzerine yürümeye başladı. “Sakin ol lütfen.” dedi ve Otto çıldırmış gibi sorusunu tekrarladı. “Neden buradayım ben?” dedi ve adam arkasındaki telefona uzandı son bir kez , genç adamı yatıştırmak istiyordu ama korkmuştu, görevlileri çağırması gerekiyordu. “Ölmüştün.” dedi. Sonra ne olduğunu hatırlamıyordu, delirmiş gibiydi, açlık hissediyordu ve adamı köşede savunmasız bir halde sıkıştırıp kanını içmiş, ölümüne sebep olmuş ve üstünü alıp giyinmişti. Cisimlenmeye çalıştı, yapamıyordu, asasını aradı ama oda yoktu, neden büyü yapamıyordu? Yerdeki yığılıp kalmış cesede son bir kez baktı ve kimsenin görmesine fırsat kalmadan oradan çıktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vilcjo Vilhelm
Yönetici & Hogwarts Müdürü & Bitkibilim Profesörü
Yönetici & Hogwarts Müdürü & Bitkibilim Profesörü
Vilcjo Vilhelm


Gerçek İsim : Ege.
Kan Durumu : Melez.
Taraf : Раин Хазан.
Mesaj Sayısı : 78
Kayıt tarihi : 01/09/12

Hogwarts Çalışan Alımları Empty
MesajKonu: Geri: Hogwarts Çalışan Alımları   Hogwarts Çalışan Alımları I_icon_minitimeSalı Eyl. 04, 2012 9:38 pm

Rütbe veriliyor.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hogwarts Çalışan Alımları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Sihir Bakanlığı Alımları
» Profesör Alımları
» St. Mungo Alımları
» Yaratık Alımları
» Model Alımları

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
PottersDiary :: B E L I R S I Z L I K :: S A R I S A Y F A L A R :: Meslek Alımı-
Buraya geçin: