Floja Feodora Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Senem Kan Durumu : Safkan Taraf : Kendisi Mesaj Sayısı : 39 Kayıt tarihi : 06/09/12 Yaş : 29
| Konu: Floja Feodora Perş. Eyl. 06, 2012 3:04 am | |
| - Floja Feodora
- Spoiler:
Kalabalık. İnsanlar. Genç cadı, katıldığı davetten kimseye görünmeden sıvışma niyetindeydi. Üzerindeki siyah saten elbise yüzünden tüm bakışları üzerine çekmeyi de başarıyordu. Sonuçta herkes aynı tür elbiseler giymişti ama ortamdaki tek genç olmanın verdiği rahatsızlıkla tüm gözlerin onun üzerinde olmasını sağlıyordu. Siyah saten elbisenin altına yine siyah renkte doldu topuk bir ayakkabı giymişti. Elinde de kenarları petrol mavisi taşları olan, siyah mini bir çanta almıştı. Sarı saçlarını ise kıvırcık yaptırmış, her iki yandan bir tutam saç alarak arkasında birleştirmiş ve yine petrol mavisi olan bir toka takmıştı. Bu haliyle, kendisine pek alışmamıştı ama bu davet onun için önemliydi. En yakın arkadaşının ailesi veriyordu ve buna gitmemek, aptallık olurdu.
Ortalık iyice bozulmuştu. İleride bir adam karısının yanında dikiliyordu ve bir eliyle de diğer yanında duran metresinin kalçalarını yokluyordu. Büyük ihtimalle metresini karısına sekreteri veyahut başka bir şeyi olarak tanıştırmıştı. Genç cadı gözlerini devirdi. Elindeki şampanyayı kafasına dikti. Soğuk sıvı, boğazından aşağı doğru kayarken, gıdıklandı. Bu hissi seviyordu. Sol koltuk altına sıkıştırdığı siyah çantasını tekrar eline alan cadı, yavaşça arkasını döndü ve ileride bir bayanla konuşmakta olan arkasının yanına yürüdü. “Müsadenizle.” Kadının onayından sonra, arkadaşının kolundan tuttuğu gibi giriş kapısına doğru sürükledi ve hiç vakit kaybetmeden konuşmaya başladı.
“Bak, ben gidiyorum. Sen istersen gelebilirsin. Ama bu kuru gürültüye daha fazla dayanamayacağım.” “İstersen seni bırakabilirim?” “Gerek yok. Biraz yalnız kalmaya ve başımı dinlemeye ihtiyacım var. Sana iyi eğlenceler.”
Karşısındaki genç adama göz kırptıktan sonra, hızlı adımlarla şehvetli binanın merdivenlerini inmeye başladı. İnerken, sağ taraftaki trabzanlara da tutunuyordu. Kaygan merdivenlerde, bir karış toplukluyla bir yere tutunmadan gitmek demek, bileğini kırmak demekti ve şu an bir yaralanmaya hiç ihtiyacı yoktu. Etrafta taş zeminde yankılanan topuk seslerinden başka ses olmaması, genç cadıyı adeta rahatlatıyordu. Eve dönüş yolunu kısaltmak için ilerideki ara sokaktan sola sapacaktı ve ana caddeye çıktığında, çıkmaz bir sokak bulup eve cisimlenecekti. Dediğini de yaptı. Ana caddeye çıktı. Tam ilerideki köşeyi dönüyordu ki, kulaklarına dolan bir sürü erkek sesi, tüm her şeyi berbat etmeye yetmişti bile. Cadı, kendisine sataşmamaları için dua etti. Minicik çantasını genişletme büyüsüyle genişlettiğinden, asasını bulması hiçte kolay olmayacaktı. İlerlemeye devam etti. Tam köşeyi dönecekken, birisi boşta olan kolunu tuttu ve kendisine doğru çekti. Cadı, ne olduğunu anlamadan yüzünü onu tutan adamın göğsüne çarptı. Soluması leş gibi içki ve sigara kokuyordu. Büyük ihtimalle sarhoştu. Cadı, kendisini geri çekti. “Ne halt ediyorsun seni sarhoş!” Sesi, hırıltılı çıkmıştı. Ardından, adamın yüzüne bir tokat patlattı. Karşısındaki sarhoş, sinirlenmiş olacak ki cadıyı kolundan tuttuğu gibi yere savurdu. Yere düşen kız, tiz bir çığlık attı ve yanına düşen çantasının içinden asasını bulmaya çalışıyordu ki, başka bir çift güçlü kol, onu koltuk altından tutup ayağa kaldırdı ve karşısında duran adama itti. Bu sırada, ayakkabısının bir topuğu da kırılmıştı. Hırçın cadı kendisini tekrar o sarhoş adamın kollarında bulmuştu. Şu an, tek ihtiyacı olan şey asasıydı ve ona ulaşmak için, büyük çaba göstermesi gerekiyordu. Adamın güçlü kollarında çırpınıyordu. Ayağındaki ayakkabılar yere düşmüştü. Çırpınmaya devam ettikçe, etraftan yükselen kahkaha sesleri ve ona atılan laflar daha da yükseliyordu. “Hadi ama Josh. Şu küçük sürtüğe haddini bildir.” Karşısında duran adam, aynen bu kelimeleri kullanmıştı. Küçük sürtük…
Cadı, ağzını adamın koluna götürdü ve var gücüyle ısırdı. Adam ısırığın acısıyla kızı tekrar yere fırlatmıştı. Floja, yere düşerken tekrar bir çığlık koparmıştı ve şimdi çantasının yanındaydı. Bu sefer çabuk olmalıydı. Elini çantasının içine daldırdı ve ihtiyacı olan şeyi sonunda bulabilmişti. Ona doğru sinirle gelen adamın boğazından çıkan hırıltıları duyabiliyordu. Asasını adama doğru doğruttu ve ayağa kalkmayı başardı. “Sen, gerizekalı. Arkadaşlarını da al ve buradan git. Yoksa seni öldürürüm!” Bağıra bağıra bunları söylemişti. Ona doğru gelen adam, yerinde durdu. Cadı, asasını sıkı sıkı tutmaya devam ediyordu. Adam, tekrardan kahkaha atmaya başladı ve konuştu. “Öyle mi diyorsun güzelim.” Adamın gülümsemesi dudaklarında daha da derinleşirken, cadı ensesinde hissettiği bir baskıyla yere yığıldı. Hatırladığı tek şey, sonsuz karanlıktı...
**
Cadı kendine geldiğinde, gözlerini tavana odakladı ve nerede olduğunu idrak etmeye çalıştı. Neredeydi? Yoksa ona saldıranlar mı getirmişti onu buraya. Hızlıca yerinde doğruldu. Başı dönmüştü. Çift kişilik bir yataktaydı. Etrafta kırmızımsı tonları hakimdi. Dudak büzdü. Kırmızıyı hiç sevmezdi. Birden asasını hatırladı. Gözleri, asasını arıyordu. Baş ucundaki komodinin üzerinde buldu onu. Hemen eline aldı. İçeriden tıkırtılar geliyordu. Yerinde biraz daha doğruldu ve yatağın üzerine oturdu. Eğer içeriye ona saldıran sarhoşlardan biri girecek olursa, bu sefer kararlıydı. Hemen öldürecekti. Aşağılık herifler! Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Kapıdan içeri giren yarı çıplak vaziyette olan genç adamı gördüğünde, hem rahatladı, hem de elindeki asasına sıkı sıkıya sarıldı. Adamın saçları da ıslaktı üstelik. Tanrım! Neler oluyordu burada böyle? Cadı, karşısında duran genç adamı dikkatle süzdü. Kehribar gözleri ve sarı saçları vardı. Vücudu da oldukça iyiydi. En azından kasları vardı. Kulaklarını dolduran kadifemsi ses, cadının dikkatini tekrar kendisine çekti. Sarışının söylediklerinden sonra, cadı biraz olsun rahatlamıştı. Kurtarıldığı için minnettardı. Gözleri tekrar gözleriyle buluştuğunda, adam gözlerini üzerindeki elbiseye kaydırdı. Floja’da aynı anda, elbisesine bakmaya başladı. Göğüs tarafında birkaç yırtık vardı. Kaşlarını çattı ve gözlerini tekrar karşısındakine dikmişti. Hiç konuşmuyordu. İlk önce, onun konuşmasını bekliyordu. Genç, elindeki asayı fark etmiş olacak ki, bir anda savunmaya geçmiş gibi bir hal takındı. Floja, adamın söylediklerinden sonra gülümsedi. Derin bir nefes alıp konuştu. “Beni kurtardığın için minnettarım. Merak etme, sana saldırmayacağım. En azından sen bana saldırmadın. Değil mi?” Cadı, elindeki asayla karşısındaki adamın ıslak saçlarını işaret etti ve şüpheci bir tavırla baktı. Tek ihtiyacı olan şey, dürüst bir açıklamaydı. Sadece biraz dürüstlüğe ihtiyacı vardı aslında şu an genç cadının. Hayatında hiçbir zaman dürüst olmamıştı belki ama, hiç yapmadığı bir şeyi istemek garip geliyordu ona. Şu anda kendini hiç olmadığı kadar yalnız ve kimsesiz hissediyordu. Bilmediği bir adamla, bilmediği bir evdeydi. Onu merak edecek kimse de yoktu. Her zamanki haliydi işte. Birkaç gün ortalıklardan yok olmak ve sonra ‘ben geldim’ diye ortaya çıkmak. İşte hepsi bundan ibaretti. Aklına birkaç saat öncesi geldiğindeyse, kendisini güçsüz hissediyordu. İşte hepsi buydu.
Karşısında dikilen adama baktıkça baktı. Şu an cadının en savunmasız olduğu andı ve olabildiğince açıktı. Karşısında heykeltıraş elinden çıkmış genç adam durdukça, cadı ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyordu. Saçlarını havlu ile tekrar kurutuyordu. Cadı ise, sessizce izliyordu. Karşısındaki adamın dudaklarındaki gülümsemeyi fark ettiğinde, kendisine engel olamadan o da gülümsedi. Kadifemsi ses, kulaklarını doldurduğunda gözlerini tekrar kehribar gözlere çevirdi. Derindi bakışları. Sanki bir çok şey görmüş ya da bir çok şey hissediyor gibi derindi. Evet, kullandığı kelimeler cadının keyfini yerine getirmeyi başarmıştı. Gülümseme biraz daha yayıldı vişne çürüğü dudaklarına. “Şu an beni gerçekten rahatlattın. Birkaç saat önce gerçekten acınası bir haldeydim. Ne kadar ironik. Her neyse. Sende fena sayılmazsın.” Güldü ve eliyle karnındaki kasları gösterdi. Karşısındaki genç harekete geçince, cadı oturduğu yerde biraz geriledi. Kendisine doğru geliyor sanmıştı. Ama tam aksine, yatağın karşısındaki pencereyi açtı ve cadının kulaklarına şehrin o gürültülü sesi doluştu. Esen rüzgar cadının iliklerine işlerken, titrediğinin farkına vardı ve kollarıyla kendisini sardı. Teni buz gibi olmuştu. Üzerindeki bu ince ve açık elbise, onu sıcak tutmaya yetmiyordu. Karşısındaki adama baktıkça, soğuk terler süzülüyordu vücudundan. Nedenini bilmiyordu. İlk defa böyle olmuştu. Kalbi doğru olan şeyi söylüyor olsa da, beyni buna karşı çıkıyordu. İçinde bir şeyler, harekete geçmek için ondan geriye doğru sayıyordu adeta. Düşüncelerinden, kulaklarına dolan sesle sıyrıldı. “Şu anda yaptığın şey bu mu yani. Beni tavlamak?” Soru mu sormuştu bilmiyordu. Aslında bunun iyi bir şey olabileceği bile gelmişti aklına. Tanrım! Neler düşünüyordu böyle. Birkaç saat önce ona birileri saldırırken, aklında öldürme düşüncesi vardı. Şimdi ise, o düşüceler silinmiş yerine bunlar yerleşmişti. Ellerini saçlarına götüren cadı, saçlarının ucunda takılı kalmış olan tokasını dikkatlice çıkardı ve yatağın yanındaki komodinin üzerine koydu. Bakışlarını tekrar camın önünde duran varlığa çevirdi. Cadı hala çıplak vücudu izlerken gencin hareket etmesiyle bakışlarını hemen yukarı kaldırdı ve kehribar gözlerle tekrar karşılaştı. Cadı kaçırmadan karşısındakinin yaptığı her hareketi izliyordu. Harekete geçmişti. Ne yaptığını anlamaya fırsat kalmadan, kendini gencin yanında buluvermişti. Esen rüzgarla bir kez daha titredi yerinde. Burnuna dolan şampuan kokusuyla gözlerini kapadı. Kollarını tekrar kucağında birleştirirken, gencin koluna değdi. Onun sıcaklığı, içine su serpmeye yetmiş, içini ısıtmıştı adeta. Yatakta biraz kıpırdandı. “Aslında bana giyecek bir şeyler versen hiç fena olmaz. Biraz ısınmaya ihtiyacım var.” Sonuçta istediğin gibi davranabilirsin demişti değil mi? Şu an, giyecekten önce, onun beni ısıtmasını tercih bile edebilirdi cadı. Bilmediği bir duygu kol geziyordu bedeninde. Neydi bu? Şehvet miydi? Yoksa tutku mu? Bunun cevabını kendisi vermesi gerekirken, yine aynını yapıyordu işte. Düşünmemeye kadar verdi. Tüm zor sorulardan kaçıyordu. Bu sorudan da kaçmıştı. Sürekli bir şeylerden kaçıyordu. Canının yanmasını istemiyordu çünkü. Bir kere canı yanmıştı, tekrar aynı şeylerin olmasına göz yumamazdı.
Genç cadının hissettikleri yavaş yavaş farklı anlamlar kazanıyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama, içindeki şehvet git gide büyüyordu. Yavaş yavaş soğuyan bedeni bir süre sonra titremeyi kesti. Hiçbir şey hissetmiyordu. Cadı, yavaş yavaş ısınmaya bile başlamıştı vücuduna hücum eden soğuktan. Ayak parmaklarının yavaş yavaş morardığını bile tahmin edebiliyordu. Şimdi, sadece yanındaki genç adama odaklıydı. Yanında olduğu halde, yüzüne bile bakamıyordu. Söylediği cümlelerin genç adam için bir anlam ifade edip etmediğini de merak ediyordu bir yandan. Hala tepki vermemiş, hala yerinde kalmaya devam etmişti. Cadı, genç adamın yüzüne baktığında, o çoktan kalkmıştı. Hafifçe gülümsedi. Gözleriyle sarışın gencin her hareketini izliyordu. Yaptığı her şeyi dikkatlice inceliyordu cadı. Genç adam camı kapattığında, oturduğu yatağın üzerinde kasılmış bir halde duran cadı, kaslarını biraz gevşetti, üşümeye başladığı andan itibaren kendini sıkıyordu ve bu, kaslarının ağrımasına yol açmıştı. Elleriyle kollarını ovalamaya başladı. Şehrin gürültülü sesi yok olunca, içeride bir sessizlik oldu. Ölüm sessizliği gibi. Çıkan tek ses yatak çarşafının çıkardığı hışırtıydı. Cadı, genç adamla göz göze geldiğinde gülümsedi. Gözleri, yatağın karşısındaki dolabın önünde diz çökmüş gençteydi. Dolap çekmecelerini öyle bir açıp kapatıyordu. Genç cadı, derin bir soluk aldı sessizce. Genç adamın sırtından bel boşluğuna süzülen terler dikkatini çekti cadının. O titrerken, karşısındaki terliyordu. Cadının aklına türlü türlü şeyler geliyordu. Kesin giymesi için ona bir gömlek verecekti. Elbisesini nasıl çıkaracağını düşünmeye başlamıştı bile. Sırtındaki fermuarı nasıl açacağı tam bir kaos yaratıyordu beyninde. Peki onun gözü önünde mi soyunacaktı? Sorular beyninde karış karış dolanırken sıyrıldı düşüncelerinden kulaklarında çınlayan sesle. Dikkatini tekrar karşısındakinde topladığındaysa, elinde hiçbir kıyafet olmadığını fark etti. Ne yapmayı planlıyordu? Gidip başka bir yere daha mı bakacaktı? Cadı, kurumuş dudaklarını yaladı ve genç adamın tekrar yanına oturmasını seyretti. Şimdi, bakışları gözlerinin içine bakıyordu. Dudaklarından azat olan kelimeler, cadının dudaklarını ısırması için yeterliydi. Nazik eller cadının saçlarına değdiğinde, titredi. İçinde, karmakarışık duygular kol geziyordu. Bir yanı hayır deyip önüne setler koysa da, diğer yanı o setleri evet’leriyle bir bir yıkıyor, yerle bir ediyordu. Yüzleri birbirine yaklaştığında cadının kalp atışları, nefes alış verişleri hızlandı. Kalbi adeta kulaklarında atıyordu. Karşısındakinin duymaması için dua etti. Cadı, karşısında konuşan adamın dudaklarından başka bir yere odaklayamıyordu bakışlarını. Sıcak nefesi tenine her çarptığında, adeta sarsılıyordu. Tekrar nefes aldığında, dudaklarına baskı uygulayan dudaklarla durdu. Onun sıcaklığı cadının içine işleyince, cadı titremesini durduramıyordu. Bedenini genç adama biraz daha döndürdü ve ellerini boynuna doladı. Soğuk kolları sıcak tene değdikçe, karıncalanmaya başlıyordu. Aklında, fikrinde hiçbir şey yoktu. Konuşmak zorundaydı. Ellerini genç adamın boynuna kenetledi ve dudaklarını geri çekti. Karşısındaki afallamış görünüyordu. Cadının gözleri kapalı, kesik kesik nefesler almaya devam ediyordu. Alnını genç adamın alnına dayamıştı. “Bu, iyi bir seçenek olabilir. En iyisi bile…” Gözlerini aralamadan, soğuk dudaklarını tekrar sıcak dudaklara bastırdı genç cadı.
x. Amortentia kişiye en çekici gelen şeylerin kokusuna sahiptir. Sizin Amortentia'nız nasıl kokuyor? -Vanilya ve misk. x. Katlanmasını en zor bulduğunuz şey nedir? -Gryffindor'dan başka ne olabilir ki? x. Derse giderken yerde bir arkadaşınızın günlüğünü fark ediyorsunuz, ne yaparsınız? -Eğer dostumun değilse, içindeki her satırı ezberlerim ve bunu ona karşı kullanırım. Eğer dostumunda, içini açmadan kendisine teslim ederim. x. Kütüphanenin Yasak Bölümü'nden bir kitap almanız gerekiyor, nasıl yapacaksınız? -O kitabı alırım. x. Hogwarts mektubunu aldığınız an ne düşündünüz? -Kara büyü ustası olmam için, hedefime bir adım daha yaklaştığımı. x. Bir iksir icat edebilecek olsaydınız size aşk mı, güç mü, bilgelik mi yoksa şöhret mi verecek olanı seçerdiniz? -Tabi ki güç. Aşk, size zarar verir. Okuyarak bilge olabilirsiniz ve zenginseniz, zaten şöhretsinizdir. O yüzden, GÜÇ. x. En çok nefret ettiğiniz düşmanınız yanınıza gelse, "Sana kötü davrandığım için özür dilerim. Hadi arkadaş olalım." dese ne yapardınız? -Bunu, bana düşman olmadan önce düşünecekti. x. Müdürü beklerken odasındaki ilginç aletlerden birini kırdınız! Muhtemelen çok değerli de bir aletti. Müdür gelene kadar birkaç dakikanız var. Aklınızdan neler geçiyor? -Kırık parçaları bir yerlere sıkıştırırım ve müdür geldiğinde hiç bir şey olmamış gibi davranırım. Alet mi? O da ne? Daha önce hiç görmediğime eminim. | |
|