Miao Niu Nan Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : kardelen Kan Durumu : melez Taraf : uyku Mesaj Sayısı : 12 Kayıt tarihi : 04/09/12
| Konu: niu nan, miao Salı Eyl. 04, 2012 9:50 am | |
| Miao Niu Nan x Biftek kokardı her halde, en sevdiği şey. x İnsanlar. x Alır, okur, o gün içerisinde bulunduğu ruh haline göre ifşa eder ya da sahibini sadece tehdit eder belki bulduğu yere koyar. Belli olmaz. x Kitap ne ile ilgili? Derslerle ilgiliyse umursamaz, ceza almaya niyeti yok. Genel olarak niye sadece boktan bir kitap için yasak bölüme girsin ki? Başkasını gönderir. x Zaten ailecek bu mektubu bekliyorlardı. Cadı annesi ona karanlık lanetlerden bile bahsetmişti, o kadar şaşırmadı yani. Camdan içeri süzülen baykuşu geri yolladı, mektubu annesine verdi ve uykusuna devam etti. x Neden oturup iksir icat etsin ki? Bunun için bir gerekçesi yok herhalde; ama illa bu olacaksa hayatında olmadığını düşündüğü tek şey olan aşkı seçerdi herhalde. Güçlü olduğunu düşünür, profesörlere ve herkese duyduğu nefretle ünlü zaten, bilgeliğe gelince derslerinden yüksek not alması bunu kanıtlamıyor mu? Geriye sadece aşk kalıyor. x 'Get the fuck out bro.' derdi. Eğer o gün mutluysa 'ok, by.' şeklinde pek göstermese de özrünü kabul eder ve geçiştirir. x 'Aha sıçtık, okuldan atılmasak bari, bütün aile kalp krizinden aynı anda gider her halde. ' Bunlar geçerdi aklından herhalde; ilk başta telaş yapsa da yüzde elli düzeltmeye çalışmazdı, yüzde otuz 'Zaten eskmiş, yenisini alsaydınız kırılmazdı.' diye profesörü suçlar, yüzde yirmi ihtimalle de hiç bilmiyormuş gibi davranır, profesör sorarsa da usta bir yalancılıkla 'Koca bir profesör neden kırıldığını bilmezken bir öğrencinin bilmesini nasıl bekliyorsunuz?' derdi.
- Spoiler:
-Şiir alıntıdır. Arkadaşım vermişti ve nereden aldığını bilmiyorum.
“Bu kitap gölgeler ülkesine yerleşmiştir. Seçilenden başkası içini göremez Eğer hava nefes ise, ateş tutkudur, Kötülükler onu engellemesin, bu benim dileğim, Eğer dünya hayatsa, su duygulardır, Bu kitap sihirli güçlerle doludur. Tanrı onu korusun, kötülüklerden sakınsın Ve bu sayede güç ve büyü kuvvetlensin. Akıllı olmayan hiç kimse sayfaları görmesin Ve içindeki bilgi yüzyıllarca süregelsin. Bu kitap benimdir, hiçbir korku içermez. İçindeki bilgiler, kan, gözyaşı ve terle elde edilmiştir. Büyü benim tutkum, ruhum, benim rehberim, Tanrıça kitabı kutsal ışıkla kutsadı. Sadece onun çocukları onu doğru okuyabilir, Sadece onlar gerçeği görebilir. Bu benim dileğim, dileğimin olmasını sağla.”
“Büyükanne! Gerçek bir hikâye değil bu. Hikâye bile değil, şiir. Gerçekleşmiş bir hikâye anlatacağına söz vermiştin. ” Hikâye dinleme yaşını çoktan geçmiş olan Horae Parthenia, yatağında doğrularak kaşlarını çatmıştı. Yatağının hemen yanına oturmuş olan büyükannesi ise bu hayal kırıklıkları ile süslenmiş cümlelere sadece gülümseyerek cevap verdi. Sağ elini kızın, yorganın üstünde isyanla yumruk yaptığı elinin üstüne koydu. Nedendir bilinmez, kızın ruhunu büyük bir rahatlama kaplayıverdi. İçindeki bütün duygular bir tırtıl gibi, aniden kelebeğe dönüşüp uzaklaştılar. Uzaklaşırken içindeki bütün iyi duygular da, bu değişime hayranlıkla bakan insanlardı belki de. Kızın dudakları yukarı doğru kıvrılırken, açık kahverengi gözlerinde koyu bir ışıltı belirdi. Büyükannesi ufak bir kıkırdamayla kızın, kaşlarını örten kahverengi, parlak kâkülünden büyük bir tutamını kaldırarak alnını okşadı. “Canım torunum, hikâyeye başlamadan ne söylediğimi hatırlıyorsun, değil mi? ” Genç kız, bu sözler karşısında dudaklarını büzerek başını hüzünle eğdi. Dişlerinin arasında bir şeyler geveledi. “Evet büyükanne. ” Birden karar değiştirmiş gibi başını kaldırarak sözlerine devam etti. “Fakat büyükanne beni de anlamalısın, değil mi? On altı yaşında olmama rağmen hikâyeler dinliyorum ki bence hikâyeyi eleştirmem çok normal. ” Eleştirmek fiili üzerine tek kaşını kaldıran yaşlı kadın ayağa kalktı.
Genç kızın yüzüne yuva yapmış olan endişe, aç kuşlar gibi boy gösterdi. “Büyükanne… ” Yaşlı kadın odanın kapısına varmıştı bile. Kapıyı açıp çıktı ve kıza döndü. “Bence hikâyeye yarın devam etmeliyiz. En azından, sen gerçekliğin kısıtlı anlamından kurtulana kadar… ” Samimi bir gülümsemeyle sözlerini sonlandıran yaşlı kadın, iyi geceler der gibiydi. “Büyükanne! Daha hikâyeye hiç başlamadın! Sadece şiir okudun! ” Genç kız, büyük bir hızla yatağından fırlayıp, kalbini hüzünle kaplayan duvarın tuğlaları gibi olan itirazlarını kadının üzerine fırlatıyordu ki yaşlı kadın kapıyı yavaşça kapayıp çıktı. Horae ise ağlamaklı bir şekilde yatağına geri döndü. Bu şekilde uyumayı nasıl başaracaktı? On altı yaşındaydı, belki başkası hikâye dinleyerek uyuduğunu görse dalga geçerdi; ama büyükannesi öyle hikâyeler anlatırdı ki, yetmiş yaşında bile olsa onları dinlemek isteyeceğinden emindi. Derin bir iç çekerek yorganı kafasının üzerine çekti ve gözlerini kapattı.
Sabah uyandığında, daha doğrusu yarı uyuklayarak ayaklandığında ilk işi büyük annesinin odasının kapısına gitmek olmuştu. O hikâyeyi dinleme düşüncesiyle uyuyamamıştı. Tek yaptığı yatakta dönüp durmak ve gerçekliğin kısıtlı anlamını bulmaya çalışmaktı. Gerçeğin kısıtlı anlamını bile bilmezken bunun kabuğunu kırmasını nasıl isterdi yaşlı kadın? Şimdi daha zorluydu yapacağı şey. Önce o kabuğun içine girmeli, sonrada onu kırmalıydı; ama daha elinde bir kabuk bile yoktu. Büyükannesinin odasının kapısının önünce öylece beklediğini fark ettiğinde içinden kendine küfretti. Her zaman böyle oluyor; okulda, banyoda, ders çalışırken hatta tuvalette hayal veya düşünce dünyasına hapsoluyordu. Öyle ki bir keresinde okulda, uyanıkken rüya görmüştü. Aslında uyuyor da olabilirdi; ama bunu bilmiyordu. Tek bildiği uyanması gözlerini açarak değil, zaten açık olan gözlerinin önündeki perdenin buharlaşmasıyla olmuştu. Kafasını sallayıp, düşüncelerin etrafa saçılmasını sağladıktan sonra derin bir nefes alıp odaya girdi. Oda tamamıyla seksenlerin yaşlı kadın odaları gibi tasarlanmıştı. Kendi türkuaz renkli, modern odasıyla bu odanın aynı evde olmadığını düşünürdü arkadaşları. “Aynı ev olamaz, değil mi? ”
Büyükannesi odanın ortasındaki eski yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Yüzü kapıya dönüktü ve kırışıklarla dolu yüzünde hüzünden eser yoktu. Uzun bembeyaz saçları, atkuyruğu yapılıp örülmüştü. Çiçekli yorganı gövdesinin yarısında toplanmıştı. Horae’nın beyaz yüzündeki dolgun dudakları ufak bir tebessümle gerilirken büyükannesinin sesiyle irkildi. “Hikâyeyi anlatmayacağım tatlım. Gidip biraz daha uyu, saat daha altı buçuk… Belki de kabuğunu bulmak istersin. ” Konuşması süresinde gözlerini hiç açmamıştı. Konuştuktan sonra da o büyüleyici havası devam etmiş, genç kızı esir almıştı. Genç kızın ağzı bir karış açıktı şimdi. Nasıl olurda düşündüklerini bilebilirdi büyükannesi? Nasıl olurda kabuğu duymuş olabilirdi? Bunu hiç sesle ifade etmemişti.
Çenesini eliyle itip, şaşkınlıktan açılmış ağzını kapattığında odasına dönmek için adımlarını hızlandırmaya çalıştı; ancak bir yararı yoktu. Beyninin her hücresi ayrı bir şok dalgasıyla kasılırken başka bir işlevi yapması mümkün görünmüyordu. Bir anda olduğu yerde durdu. “İşte bu! ” diye bağırdı. Bağırdığının farkında bile değildi. “Kabuğumu buldum ve içine girdim! Hatta kırmış bile olabilirim. ” Arkasını döndü ve koşarak büyükannesinin odasına girdi. Büyükannesi ayağa kalkmış çoktan üzerine elbisesini giymişti. Yatağını düzeltmeyi bitirmek üzereydi. Üzerindeki elbise, ruhunun yansıması gibiydi. Siyah zemin üzerinde sayısını tahmin bile edemediği bir sürü, rengârenk çiçekler… Odaya girdiğinde büyükannesi sakinliğini koruyarak yüzünü genç kıza döndü ve o muhteşem gülümsemesini yerleştirdi yüzüne. “Gerçeklik büyükanne! Sadece bildiklerimizle sınırlı değildir. İnanmadığımız veya inanamadığımız şeylerde gerçekliğin hamurunda olabilir. Sadece görmeye çalışalım. ”
Yaşlı kadın kıkırdayarak yatağa oturdu ve elini yanına vurdu. Genç kız hızla yanına gitti ve umutla oturdu. Kabuğu kırmıştı işte. “Tam olarak kabuğu kırmadın güzelim. Küçük bir delik var şu an. Görmeye çalıştın, belki de gördün; ama neyi gördüğünü bilemiyorsun. ” Horae’nın rengi bir kat koyulaşmıştı sanki. Umutsuzluk pudrasıydı büyükannesinin yüzüne çarptığı gerçek. “Yani hikâyeyi, şimdi dinleyemeyecek miyim? ” Büyükannesi, kızın dağınık saçlarını düzeltirken uzun kirpiklerinin arasından kızı süzdü. Sonra yatağından iki adım uzaktaki büyük pencereden dışarıya göz gezdirdi. “Dinleme zamanın geldi. Şimdi uzan bakalım ve sadece dinle. Soru yok, itiraz yok. Anlaşıldı mı? ” Genç kız heyecanla başını salladı. Yatağa uzandı ve sağ dirseğinin üzerine doğrularak sağ eline çenesini yerleştirdi. Ruhu bir nebze rahatlamıştı şimdi. “İsmi her şeyin gizemi olsun. Unutma! Bu… Gerçek bir hikâyedir. Kesinlikle ne gerçekliğin ötesinde ne de olağanlığın ötesinde. Başlıyorum… Bir zamanlar… Aslında tam olarak bundan on yedi yıl önceye dayanıyor bu olay. ” Büyükannesi hikâyeyi anlatmaya başladığında etrafını bir gerçekliğin sardığını hissediyordu Horae. Hikâyeyi gözünde canlandırmak için gözlerini yumdu ve büyükannesi dün söylediği şiiri tekrar ederken, sadece düşledi.
Büyükannesinden belki kırk belki elli yaş küçük bir cadı, kapkaranlık bir odada parlayan bir sandalyeye oturmuş okuyordu şiiri. Kucağında, kapkara kadife kaplı bir kitap vardı. Gözleri kapalıydı. Bu şekilde bile kirpiklerinin uzunluğu fark ediliyordu. Sapsarı saçlarının dalgaları omuzlarından yere kadar dökülüyordu. Saçlarının uçları havada dans edercesine dalgalanıyordu. Sandalyenin parlaklığından payını alan eşyalar da saçlarının uçları gibi, şiirle hayat buluyor gibi kımıldanıyorlardı. Oturduğu sandalyenin tam önünde küçük bir kazan fokurduyordu. Etrafa o kadar hoş bir koku yayıyordu ki esiri olmamak elde değildi. Cadı, dudaklarını kapattığında eşyaların kıpırtısı durdu. Saçları dahi bundan sonraki sözcükleri duymak için pür dikkat kesilmişti sanki. Cadı gözlerini açtığında, cansız olduğu sanılan bütün her şey, duvarlar, eşyalar ve hatta hava bile şaşkınlıkla nefes almış gibiydiler. Gözlerinin renginde kaybolan ruhların izleri vardı. Önceden açık mavi olan gözleri, o ruhların ağırlığıyla laciverte dönmüştü. Ruhlar biz buradayız demek istercesine kıvranıyorlardı. Gözlerini kazana dikip dudaklarını oynattığında etraflarındaki hava, bu şiire eşlik edip dans etmeye başlamış, cadının saçlarıyla düet yapıyordu.
“Tanrıçam, işte dileğim, dileğimin olmasını sağla. Bebeğimin kötülüklerden korunmasını sağla. Karanlığın etrafına yapışmasına, izin verme. Işığınla kutsa onu, tanrıçam. ”
Cadı, düşünüyormuş gibi, ondan beklenemeyecek bir hüzünle gözlerini yumdu ve sözlerine devam etti. “Bunun karşılığında, kutsadığın toprak varlıklarından olmayı kabul ediyorum. Bebeğimin de benim yanımda bir insan gibi büyümesine izin ver, yardım et. ” Cadı sözlerini bitirdiğinde lacivert gözleri, mürekkebin suda dağılışı gibi açık maviye dönerken oda tamamen aydınlandı ve hareket eden her şey eski cansızlığıyla kucaklaştı. Kapkaranlık oda, şimdi normal bir evin odası gibiydi. Ortadaki sandalye ve önünde, havada sallanan kazan dışında her şey normaldi. Hemen cadının sağındaki yemek masası, onun arkasındaki vitrin, cadının solundaki kapı ve pencereler… Her şey normaldi; ama hala bir şeyler canlıydı. Cansızlığı hoş karşılamayan bir şey vardı havada. Hayır, bu havanın kendisiydi. Hala etrafta şarkı söylüyor. Cadının tenini yalıyordu hevesle. İşte o anda cadının duasının cevabını da getirdi hava.
“Bathilda… Benim tatlı cadım. Duanı kabul ediyorum. Yaşadığın yılları bir insan yılı olarak değiştireceğim, tıpkı istediğin gibi. Bebeğini karanlığın kamçılarından koruyacağım on altı yıl boyunca. Bu süre zarfında bebeğine gerçeği açıklama. Sadece işaretimi bekle. İşte o zaman karanlıkla savaşacaksınız. O günün geldiğini hissettiğinde gökyüzüne bak. Bulutlar kızının ruhuna gerçeği fısıldadığında o fısıltıyı sende duyacaksın. ” “Ama efendim bebeğim bir erkek. ” “Hayır, Bathilda, dikkatli bak. İşte o zaman gerçeği göreceksin. ”
Sadece sesini duymuş olmasına rağmen tanrıça gitmişti. Bathilda bunu anlıyordu. Etrafındaki hava, sonunda cansızlıkla olan sıkıcı buluşmasını gerçekleştirmişti. Ellerini havaya kaldırdı. Teninin buruşmasını izledi. Yaşadığı yılların can bulmasını seyretti. Bu iki taraflı bir duygu hissettiriyordu cadıya. Mutluluğun hüznü yutmuş haliydi hissettiği. Henüz sindiriyordu belki; ama eninde sonunda ayrılacaktı buradan ve saf mutluluk yeni bir kötülüğü yutmak üzere hazır olacaktı. Sonunda derisinin tamamı buruştuğunda ayağa kalktı. Yaşlansa da gücü hala yerindeydi. Bu da o muhteşem tanrıçasının bir hediyesiydi. Şimdi ise ikinci hediyesini öğrenme zamanıydı. Tanrıça neden bebeğini herkesin erkek olarak görmesini istemişti? Cevabını bilmediği bu sorununda bir hediyeye bağlı olduğunu biliyordu.
Üzerindeki uzun gece mavisi elbise yeri süpürürken kapıdan çıktı. Kapıdan çıktığında saçları uçlarından başlayarak beyazladı. Sanki saçlarına can veren bu odanın havasıydı. Bunu hissetmesine rağmen aldırmayarak yan odaya geçti. Ortasındaki turuncu beşik dışında hiçbir şey yoktu o odada. Duvarlar ve beşiğin tam üstünde, tavandan sarkan süslü lamba bembeyazdı. Beşiğe yaklaştı ve bebeği kucağına aldı. Bebek kahverengi gözlerinde bir gülümsemeyle, artık insan olan cadıya bakıyordu. O anda anladı. Efsanede bir kız çocuğunun karanlığı devireceğinden bahsediliyordu, erkek çocuğunun değil. Tanrıça zaten bebeğini koruyordu. Sadece Bathilda bunu bilmiyordu. Bebek küçük bir kıkırdamayla düşüncelerini böldüğünde, cadı dudaklarındaki tebessüme eşlik eden gözyaşlarıyla mırıldandı. “Kızım…” Cadılığına dair son kırıntılarda o anda, gözyaşlarıyla yok olmuştu.
Horae, büyük bir şaşkınlıkla doğruldu hikâyenin bitişini belirten gülümsemeyi gördüğünde. Kaşlarını çattı. “Büyükanne, bunun gerçek olması mümkün mü gerçekten? Yani demek istediğim, tamam, gerçekliğin kabuğunu kıramadım; ama kırsam bile bunun gerçek olduğuna inanmam. ” Yaşlı cadı, ayağa kalktı ve pencereye yürüdü. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. Genç kız ise hikâyedeki gerçekliği ararken büyükannesini izliyordu. Bir cadının gerçek olmadığını biliyordu; ama büyükannesinin bu ısrarı da neyin nesiydi? Belki de hikâyedeki tek inandırıcı gerçek cadının adıydı. Büyükannesinin adı da Bathilda’ydı. Bir anda ruhunda bir ışık patladığını hissetti. Bathilda büyük annesi miydi? “Yok, canım. ” diye mırıldandı gülümseyerek. Büyükannesinin hüzünlü sesiyle, bakışları yaşlı kadına kaydı. Hala bulutlara bakıyordu. “Sadece duymaya çalış Horae. Bulutlar fısıldıyor. ” Bakışlarını genç kızın meraktan açılmış gözlerine dikti ve büyüleyici gerçeği fısıldadı. “Sana fısıldıyorlar. ”
| |
|
Dungeon Master Yönetici
Mesaj Sayısı : 76 Kayıt tarihi : 04/08/12
| Konu: Geri: niu nan, miao Salı Eyl. 04, 2012 7:38 pm | |
| Slytherin IV. Sınıf! Potter's Diary RPG'ye Hoşgeldiniz. | |
|