Charmainé Schult Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Ayşenur. Kan Durumu : Safkan. Taraf : Queen. Mesaj Sayısı : 6 Kayıt tarihi : 04/09/12
| Konu: Charmaine. Salı Eyl. 04, 2012 8:45 am | |
| Ad&Soyad: Charmaine Schult Örnek RO: - Spoiler:
Ilık, sitemkar bir ayaz. Güneş bulutların arasından cüretkar bir biçimde yükseliyordu. Güneş mavi gözlü kızın ipeğimsi kadar yumuşak olan kahverengi saçlarında dans etmeye başladığında sanki gökyüzünden anaç biri doğuyordu. Yumuşak edasıyla baş gösteriyor, minik yavrularını kolları arasında ısıtıyordu. Gülümseyerek baktı gökyüzüne ve sonra ardından çevresinde döndü. Kar tanesi kadar beyaz elbisesi hafifçe havalandı. Sokağın şen şakrak coşkusuna kahkahaları karışırken gözleri sadece tek bir kişiyi arıyordu. Çocuk aklı ona nasıl hitap edeceğini bilmiyordu. En yakın arkadaşımı demeliydi yoksa tek arkadaşımı. Bilmiyordu. Tek arkadaşı o olduğuna göre en yakın arkadaşı da o olmalıydı. Karma karışık düşüncelerle elindeki son şekerlemeyi de yedikten sonra oyun oynamakta olan bir grup çocuğa göz gezdirdi. Bir kaçını tanıyor ama onlar hakkında oralı olmuyordu. Zaten sevdiği de söylenemezdi. Evet, beş yaşındaydı. Ama bazı şeyleri idrak edebilecek kadar büyük görebiliyordu kendini. Karakterinin bir parçası mıydı bilinmez, insanlara kolayca güvenemiyordu. Dişlerine yapışan şekerlemeyi dilinin yumuşaklığında tamamen ezmişti. Çileğimsi tadı hafif ekşi idi. Bu yüzden minik suratı bir kese kağıdı gibi büzüştü. Ekşiyi pek sevdiği söylenemezdi. Annesinin ufak bahçesindeki yeni yetişmekte olan limonları sırf bu yüzden dalından koparıyor ve yumuşak yaz toprağının altına gömüyordu. Fazlasıyla fesat olacak ki domateslere de aynı şeyi uyguluyordu. Ah, eğer annesi şimdiye kadarki yaramazlıklarından birini görmüş olsaydı o an orada oturamazdı. Dalgalı saçları sinsi bir gülümsemeyle omuzlarının üstünde sallandı. Verandalı evlerin olduğu küçük sokaklarındaki tüm çocukların anneleri onu sevmezdi. Yaptığı yaramazlıklardan dolayıydı elbet. Tuhaf tavırlarla omuz silkti. Onun kafa yoracak başka şeyleri vardı. Mesela iki saat sonra televizyonda yayınlanacak çizgi filmleri veya da babasının akşamleyin getireceği minik sürprizleri düşünüyordu. Gözlerine çizgili çorapları, yazlık sandaletleri ve lekeli tişörtü ile ona doğru koşturarak gelen biri ilişti. Gelen tabiî ki de Auden idi. Doğum günü çocuğu. Sanırım sabah kahvaltısını her zamanki gibi büyük bir iştahla yemişti. Yani tişörtüne bakılacak olursa durum buydu. Yirmi sekiz dişini birden göstererek gülümsedi ve küçük kızın yanağına sulu bir öpücük kondurdu. ‘’ Günaydın Marg ‘’ Ardından kahkaha attı ve elbisesinin askını kavrayarak onu çekiştirdi. Margaux’un söylebileceği tek şey ‘’ Sana da günaydın ‘’ olmuştu ince ses tonu ile. Sokağın taş zemininde iki çift ayak sesi yankılandı. Eğlence yeni başlıyordu. Tüm gün oyun oynamışlardı ve daha sonrasında ise Audren’in evlerinde bir grup anne ve çocuğu ile doğum günü kutlaması yapılmıştı. Margaux doğum günü hediyesi olarak koskocaman bir ayıcık almıştı en yakın arkadaşına. Bu konuda pek bir zahmete giriştikleri söylenemezdi annesi ile. Ama doğum günü çocuğu Audren ayıcığı fazlasıyla sevmiş olacak ki onunla oynarken ayıcığın yüzüne pastayı bulamış, hatta sırf bu yüzden adını krema koymuştu. Margaux bunun için tüm gururu ile seviniyordu. Çünkü Auden mutluydu. Ve ona tüm gün boyunca gülümsemişti.
Evet, yine o yazlardan birindeydiler. Oyun oynadıkları, mutlu oldukları en önemlisi de çocuk oldukları. Birbirlerini tarif edemedikleri çocuk duygularıyla sevdikleri. Evet, o yazlardan birindeydiler. Güneş tüm edasıyla gülümserken Audren’lerin bahçelerinde piknik yaptıkları, kum havuzunda korsancılık oynadıkları. Sonrasında ise on iki yaşına kadar böyle kalabilmişlerdi. Mutlu ve gülümseyerek.
Xxx
Evin köşeli verandasına büyüklü küçüklü bahçe saksıların hemen yanına iskemleye çökmüştü. Elindeki Stephen King kitabı artık ona fazlasıyla sıkıcı geliyordu. Sürekli aynı satırları okumuş olacak ki içinden sonraki satırları sayabiliyordu. Baştan geldiği yere kadar iki kez okumuştu. Sırf anlayabilmek için. Ya kafası kalındı, okunabilecek türden olan bir kitabı bile anlayamıyordu. Ya da kitap anlaşılamayacak kadar ağır bir üslup ile yazılmıştı. Kitabın yazarının ağır kitaplar yazdığını biliyordu. Ama önceki kitapları için aynı şeyi söyleyemiyordu. Sanırım sıkıntıdan dolayı kitap gözüne fazla gelmişti. Bahçe işleri için eline bir çift bahçıvan eldiveni geçiren annesi verandaya çıktığında ‘’ Ağustos ayı geldi diye sevinemiyorum, sıcak yüzünden bitkilerim yine kurumuş ‘’ diye söylenmişti. Ağustos ayı mı? Aha, bugün ayın ikisi olmalıydı. Tabi ki de artık hatırlamaya yüz tutan bir tarih değildi ağustosun ikisi. En son dört sene önce gereksiz bir önem taşıyordu. ‘’ Burada bir gönderme mi seziyorum? ‘’ diye sitemkarla söylendi. Aynı annesi gibi. Annesi duymuş olacak ki ona doğru göz kırptı ve hiçbir şey söylemeden ortalıktan kayboldu. Sinirlenmişti. Kitabı bir daha bulamayacağı bir yöne fırlattı ve hızlı adımlarla odasına yöneldi. Komedin çekmecesindeki fotoğraf albümüne göz gezdirecekti. Çekmeceyi sert hareketlerle açtı ama fotoğraf albümünün kapağını açmak yerine odasındaki çöp kutusunun içine attı. Odasının açık camından arka bahçeye doğru bağırdı. ‘’ Daha fazla sömürülmek istemiyorum anne, benimle uğraşmayı kes ‘’ Rahatlamaya ihtiyacı olduğunu sezerek soğuk bir duş aldı. Saçlarını kuruttuktan sonra yarım at kuyruğu biçiminde topladı. Aynada kendini incelerken artık eski canlılığını kaybeden mavi gözlerini inceledi. Sinirli ve fütursuz bakıyorlardı. Peki ama neden? Duymak istemediği cevaplar arasında yapabileceği tek şeyin kitabına dönmek olduğunu fark etti. Ama kitabı fırlatmıştı ve aynen tahmin ettiği gibi onu bulamayacaktı. Kitaplıktan başka bir kitap alarak sabahki yerine verandaya döndü. Sıkıntılıydı. Kitap okumak istemese de bazı şeyleri unutmaya ihtiyacı vardı. Mesela bugünü. Ağustosun ikisini.
Tatlı yel esintisi beyaz teninde dans etmeye başladığında gökyüzü pastel renklere bürünmüştü. Beyaz bulutlar artık güneşi arkalarında saklıyorlardı. Hollanda’nın erken saatlerde karanlığa bürünme zamanı çoktan gelmişti. Tahta iskemlenin üzerinde yeni araladığı gözleri, karmakarışık zihninin birer yansıması olmuşlardı. Biraz önce gördüğü rüyayı anlatıyor olmalıydılar. Olduğu yerden doğrulmaya çalıştı. Pembe yanaklarından hafif bir ıslaklık hissediyordu. Bel kıvrımının bittiği yerden başlayan acı kürek kemiklerine kadar yayılmıştı. Elini beline götürdü ve ayağa kalktı. Kitap okurken uyuya kalmıştı. Arkasındaki pencereye doğrulttu yüzünü. Hollanda akşamının saydamlığında kendisini pek seçemese de saçlarının dağınıklığını ve bir tutam göz yaşı ile akan göz kalemini fark edebilmişti. İrkildi. Uykusunda ağlamış olamazdı değil mi? Net bir şekilde görmeye ihtiyacı vardı.
Alt kattaki banyonun parıldayan aynasının önüne geçti. Birkaç saniye öylece kalakaldı. Yazları babasının tişörtlerinden birini giyerdi, bu yüzden kolları dirseklerine kadar geliyordu. Dirsek kısmının bir iki santim aşağısında yeni açılmış yara izini görmüştü. Ne yani, uykusunda kendini mi tırnaklamıştı? Evet, tırnakları oval ve keskindi. Bu zamanlar bilerek uzatıyordu. Uykusunda ne görmüştü de hem ağlamış hem de kendini tırnaklamıştı. Hatırlayamıyordu. Tek hatırladığı bir dizi kutup tilkisiydi. Mutfağa yöneldi. Buzdolabının kapağını açtı, biraz bekledi. Üflediği serin hava tenine temas ettikçe İskandinav ülkelerinden birinde yaşama hayali artıyordu. Belki de Fransa’ya anneannesinin yanına gitmeliydi. Hollanda ona iyi gelmiyordu. İnce parmakları buzdolabının kapağında asılı, ölü bir ceset gibi duran çikolata kırıntılarına gitti. Diğer eli ise annesinin içine organik portakal suyunu bocaladığı sürahiyi kavradı. Kalçasıyla kapağı iteledi ve mutfak mermerinin üzerine çıkarak ikindilik atıştırmasını yaptı. Çikolatayı küçüklüğünde de yaptığı gibi dilinin sıcaklığında yaydı. Ona göre yediği şekerlemelerin, çikolataların vs tadı böyle daha hoş oluyordu. Ambalajı çöpe tıktıktan sonra ağzına kadar dolmakta olan çöp torbasını olduğu yerden çıkardı, ağzını düğümledi ve arka bahçeye yığılmış olan diğer torbaların yanına bıraktı.
Tatlı krizinin tuttuğu o saatlerde aklına akşam yemeğini hazırlama fikri geldi. Hazır annesi yokken ona bir sürpriz yapabilirdi. Ama bugün ki çıkışından sonra annesi ile konuşmak istemiyordu. Mutfak saatinin hemen yanına asılmış duvar takvimini görmemek için başka bir tarafa kaldırdı. Her yaz aynı acılarla yüz tutan genç kalbi bunları kaldıramayacak duruma gelmişti. Kollarını çiçek pozisyonuna getirmiş, akrep ve yelkovanın amansız yarışını izliyordu. Canı acıyordu ve kolunda açılan yaraya gerekli müdahaleyi yapmamıştı. Ecza dolabının raflarında yarasına sürebileceği bir krem bulamadı. Küfürler yağdırarak kolunu soğuk suya tuttu. Sonrasında ise yara bandı ile kapattı. Kutup tilkileri… Bu iki kelime aklında fır dönüyordu. Ormanlık bir alan, çevresine toplanan tilkiler. Bundan başka anımsayabildiği bir şey yoktu. Hayal ürünlerine kafa yormaktan ziyade bahçe çimenlerinin, hala esmeye devam eden tatlı yelin ve kaybolan güneşin tadını çıkarmayı tercih etti.
Yeni yetme limon fidanlarının, ortalığa hoş kokular yayan portakal ağaçlarının, üzüm dallarının arasında gezdi. Aynı zamanda koltuk altına sıkıştırdığı örgü sepetin içine olgunlaşmış olan meyveleri uzun uğraşlar sonucunda içine yerleştiriyordu. Yukarıdaki dalları süsleyen meyveler genellikle daha erken olgulaşırdı ve bu yüzden sık sık merdivene çıkıyordu. Aşağıda ki dallarda istediği türde meyveler olmuyordu. Hepsi yeni yeni yetişmeye başlamıştı. Bu işi severek yaptığı aşikardı. Ama bir süre sonra sıkılıyor, erkenden bırakıyordu. Yine öyle yapmıştı tabii. Yarısına kadar doldurduğu örgü sepetteki meyveleri buzdolabının meyveliğine yerleştirdikten sonra kendisini bomboş hissetmişti. Yapacak daha neyi kalmıştı? Bugün kendisine çok soru soruyordu.
Ön kapı bir çekişle açıldığında bakışları heyecanlandı. Göz ucuyla baktığında ise gelenin babası olduğunu görmesi onu huzura kavuşturmuştu. Yerinde bir nefes verdi. Babası uzun iş stresinden kurtulduğuna göre şimdi bir şeyler yiyecek ardından kanepeye uzanıp akşam haberlerini seyredecekti. ‘’ Hoş geldin baba ‘’ diyiverdi. Babası artık yaşlı bakan mavi gözleriyle ona tebessüm etti, kollarının arasına alarak sıkıca sarıldı. ‘’ Hoş bulduk, annen nerelerde? ‘’ Kulaklarına fazla gelen bir iç çekişle bilmediğini, uyuya kaldığını ve o sırada annesinin gitmiş olabileceğini açıkladı. Babası tatlı bir kahkaha eşliğinde yukarı çıkıp annesi gibi ortalıktan kaybolmayı tercih ettğinde her zamanki gibi yalnız kalmıştı. Birden ortalıklarda dolaşma fikri ona cazip gelmişti. Adımlarını yirmiden fazla evin bulunduğu, merkezden uzakta olan şirin sokağa yöneltti.
Yazı evde oturarak geçirdiğini biliyordu. Sadece temmuz ayının ortasında güney Fransa’ya denize girebilmek ve güneşlenebilmek adına gitmişti. Ama anneannesini daha fazla çekemediği için erkenden evine dönmüştü. Katlanılmaz insanları sevmiyordu ve katlanılmaz olmayı da. Aksine insanlara karşı anlayışlı olma yönündeydi hep. Anneannesine çekmediği için sevinmeden edemiyordu kimi zaman. Ya onun gibi olsaydı, o zaman kendinden fazlasıyla nefret edebilirdi. Bir an için suratı botoks panayarına dönen anneannesini anımsadı. Annesinden çok farklı idi. Şimdiye kadar beş koca eskitmişti ama iki kızı vardı. Zengin adamlar onun ilk hedefiydi. Sırf bu yüzden şimdiki nişanlısının İngiliz olmasını tercih etmişti. İngiltere’de yaşayan büyücülerin mal varlığından bahsedip durur, ileride Margaux’un da öyle biri ile evlenmesi gerektiğinden bahsederdi. Babasından sırf bu yüzden hoşlanmıyordu. Ve eğer sevgili torunu babası gibi biri ile evlenirse annesi gibi onunla da konuşmayabileceğini de söylemeden edememişti. İki bin sekiz yazının bir kısmını dolduran o komik anılar eşliğinde sırıtarak ön kapıyı kapattı ve taşlı yolda yürümeye başladı.
Komşularının rengarenk boyalı evlerine göz gezdirmeyi severdi. Onların evleri biraz köşesede çocuk parkının hemen dibinde kalıyordu. Görkemli çam ağaçlarının yükseldiği, çiçeklerle bezenmiş taş kaldırımlı sokaklarında küçükken oynayabildikleri tek yer orasıydı. Evet, yine sebepsiz yere bilmediği işlere yöneliyordu. Yalnız kalmak istemediği bir ortam ararken kimsenin olmadığı parkta ne arıyordu ki? Paslanmış kaydırak yüzünden gözünün önüne gelen anıları kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Onu hatırlamak için mi buradaydı? Onu özlediğini tekrardan hatırlamak için mi? Evet, onu özlemişti ve bu yüzden yaşadıkları o berbat güne lanet etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu.
İkinci sınıfın başlarındaydılar. İksir dersinde hatırlayamadığı bir nedensen dolayı ceza almışlardı. Profesör fikrin kimden çıktığını öğrenmek istiyordu. Auden yaptığı yaramazlıklarla profesörün sevmediği bir öğrenci haline gelmişti. Zindana atılma korkusuyla tahtanın başında dikiliyorlardı. Margaux korkmuştu, Aud’un koluna kolunu yaslamış, sanki ondan bir yardım bekliyor gibiydi. İksir dersinin asabi profesörü bir yılanın gözlerini anımsatan gözleriyle onları süzüyor ve verecekleri cevabı bekiyordu. Elleri arkadan birleşmiş halde sağa sola gidiyor, iksir zindanının zemininde adımları yankılanıyordu. Belli bir süre sonra Margaux’a yöneldi.
‘’ Söyle bakalım evlat, sen beni şaşırtmazsın. Sevdiğim bir öğrencimsin ve bana doğruyu söyleyeceğini biliyorum. ‘’ Küçük dilini yutacaktı. Yavaşça yutkundu, korkak olmamalıydı. Doğruyu söylemese bile profesörün anlayabileceğini seziyordu. Ama Audren’i bu işte yalnız bırakamazdı. Sessizlik içinde kalmaya devam ettiler. Beyaz saçları havaya kalkmış olan profesör kaçık gibi gözüküyordu. Ağzından tükürükler çıkarak ‘’ Konuş seni bücür ‘’ Margaux’un ravenclaw cübbesine yapıştırdığı elleriyle onu beş santim kadar havaya kaldırıp, sarsaklamıştı. ‘’ Doğruyu söyle dedim ‘’ Artık olan olmuştu. Ağlıyordu. Auden avazı çıktığı kadar ‘’ Bırakın onu ‘’ dese de profesör ağlamakta olan küçük cadıyı odasına götürdü. Ağzına zorla bir şeyler tıkamaya çalışıyordu. Bir süre sonra bunun doğruyu söyletme iksiri olabileceğini düşündü. Minik dilinde acımsı bir tat yayılırken göz yaşları arasında suratını sıktı. Minik vücudu havada yalpalanıp yere düştüğünde ‘’ Ben hiçbir şey yapmadım, herşey Auden’in başından çıktı. İksir malzemelerini birbirine karıştırdı ‘’ diyerek itiraf etti. Yerden kalkmaya çalıştığı sırada profesör daha fazla dinlemeyerek küçük ve yaramaz öğrencisinin yanına gitti ve onu çekiştirerek ceza zindanına attı. Arkalarından bakakaldığında pişmanlık duygusu tüm vücudunu sarmıştı. Elinden bir şey gelmeyerek zindandan çıktığında göz yaşları yanaklarını ıslatmaya devam ediyordu.
Aud ceza zindanından çıktıktan sonra onunla konuşmadı. Olanları açıklamak için ilk fırsatta yanına gittiğinde ise gördüğü ilk şey soğuk bakışları olmuştu. Ağzını bile açamamıştı. Profesörün onu zorladığını anlatamamıştı. Olduğundan daha çaresiz hissetmişti. İlk zamanlar barışabileceklerine dair umutlar taşırken sene sonuna kadar küs kalmaları onu şaşkınlığa sokmuştu. Hatta bir keresinde olanları harfi harfine açıkladığı bir mektup yazmıştı. Ama kütüphane'de mektubu yırttığını görmüştü. Kaç kez özür dilediğini bilmiyordu. On mu on beş mi? Hiç biri fayda etmemişti. Arkadaşlıkları kuru bir ihanetle son bulmuştu. Aslında ihanet bile değildi. Auden öyle sanıyordu. Dört senedir de durum buydu. Olanları hatırlamak kalp atışlarını hızlandırdığından dolayı başının hafifçe döndüğünü hissetti. Elleri terlemişti. Cilası çıkmaya yüz tutmuş olan salıncağa attı kendini. Arkasını yaslayabileceği bir yer olmadığı için zincirlere kafasını yaslamıştı. Acınası duygular içerisinde o günkü gibi ağlıyordu. Suratını ellerinin arasına gömdü. Çığlık atmak, o durumdan kurtulmak istiyordu.
Kulakları çakıl taşlarının çıkardığı ayak seslerini işittiğinde olduğu yerde irkildi. Birinin geldiğini düşünerek göz yaşlarını sildi. Ayağa kalkmaya çalışmasıyla olduğu yere tekrardan çökmesi bir olmuştu. Derin bir fısıltıyla söyleyebildiği tek şey onun adıydı. Ayağa kalktı. Mesafeli mi durmalıydı yoksa gidip boynuna mı sarılmalıydı? Tabii ki ilk şıkı uygulaması gerekiyordu. Parkın çıkışına doğru yönelirken yanından geçip gidiyormuş gibi yapacaktı ki durdu. Bugün ayın ikisi olduğunu hatırlayarak soğukkanlı olmaya özen gösterdi. Yine de nezaketi elden bırakmak istemiyordu. ‘’ Doğum günün kutlu olsun Auden ‘’ diyebildi sadece. Bir an konuştuğu için pişman hissediyordu ki gerektiği gibi bir davranış sergilediği konusunda kendini ikna edebilmişti. Adımlarını hızlandırdığında ise dört senedir hiç bu kadar şaşırdığını hatırlamıyordu.
Yuvarlanıyordu. Derinlerde bir yerlere, ama nereye olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Parkın çıkışında yıkılıp kalacağından son ana kadar emindi. Ama adımları onu eve götürdüğünde kapının girişinde ayakları tutmaz oldu. En son hatırladığı şey kopkoyu bir karanlık ve babasının sıcak kollarıydı.
Özlem… Bu kelimenin anlamı vücudundaki tüm enerjiyi çekiyordu. Duyguları sıklaşmıştı. Bir şeyi yeni yeni fark etmeye başladığında kendinden utanıyordu. Dördüncü sınıftan itibaren onu daha sık düşünmeye, aralarında yaşanan sorunun bitmesini istemeye başlamıştı. Onu her gördüğünde eskisi gibi gülemiyordu. Üçüncü sınıfta onu görmesi için elinden geleni yapar iken son sene onu görmemesi için elinden geleni yapmıştı. Çoğu ortamda karşılaşıyorlardı. Bir keresinde ona sarılmamak için kendisini zor tutmuştu. Aynı bugün olduğu gibi. Gururuna yenileceği günü sabırla bekleyeceğine söz vermişti. Ama bu sözü bozduğunda ise ters bir cevap buna sebep olmuştu. Hayatın onlara getirdiklerinin son bulmasını o kadar çok istiyordu ki. Ama yapabilir miydi? Yapardı. Onu seviyordu. Belki hala arkadaş olarak ya da başka bir şekilde. Ne olursa olsun yeniden yanında olmasını diliyordu. Geçmişe dönseler ne güzel olurdu. İksir faciasını önlerdi. O anıları tekrardan yaşardı. Bunca geçen sene gururlu taraf hep Auden olmuştu. Kırılgan taraf ise Margaux. Gün geçtikçe onun gururu artarken karşı tarafın özlemi artmış olabilirdi. Bazen belli anlarda karşı tarafında onu özlemiş olabileceği düşüncesine kapılıyordu. Sonrasında ise bu düşünceler gizli bir kutuya giriyor, bir daha da uğramıyordu genç cadıya. Yaşadığı onca küçük hevesler. Hepsi hayal kırıklıklarıyla son buluyordu. Bugün de öyle olmuştu elbette. İki şık arasında kaldığında soğukkanlı görünerek onun gibi görünmeye çalışmıştı. Yenik düşmek istemiyordu. Çünkü olumlu bir yanıt alamayacaktı. Artık tamamen unutulmuştu. Unutulmasa şimdiye barışırlardı. Olanları anlatmaya çalıştığı her geçen gün çaresizlik içinde olduğunu bilmek de onu yormuştu. Şimdi ise kat be kat artan özlem duygusundan dolayı yoruluyordu. Özlem aşka dönüşmüştü. Emin değildi. Yinede böyle hissettiği zamanlar olmuştu. Hele ki bu yaz. Hele ki bugün. Suratını yastıklara gömmüştü. Tek yaptığı şey ‘ sadece ‘ ağlamaktı. Yarı baygın olduğu dakikalarda usulca odasına girmişti annesi. Elini sıkıca sarmalayıp bir şeyler fısıldadığını hatırlıyordu ardından. Sevgili kızının neden böyle bir durumda olduğunu merak etmişti ama cevap alamamıştı. Biraz daha dinlenmesi için ona zaman tanıyarak sessizce odadan çıkmıştı.
Kalbi yuvarlandığı derin boşluğun en dibindeydi. Düşünmeye yorulan beyni, nefes almakta zorlanan ciğerleri ile ölüm döşeğinde yatmakta olan bir hastayı andırıyordu. En azından kendine göre. Odasının defalarca rengi değiştirilmiş, şimdilerde ise krem rengi tonlarında olan duvarlarına baktı. Hiçbir tablo bu duvarları süsleyememişti. Ama şimdi nedense boş duvarlara bakmaktansa birkaç tabloya bakmak daha iyi kaçabilirdi. Ellerini karnına dolamıştı. Ayaklarını da yukarı doğru çekmiş, boylu boyunca uzanan aynasına dönük bir biçimde uzanıyordu. Böylece nasıl berbat bir halde olduğunu da görmüş oluyordu tabii. Kalp ritimleri her yerdeydi. Ağzının içinde, gözlerinde, kulak zarının dibinde, midesinde. Uyumak istiyordu ama uyuyamıyordu.
Akşam yedi civarında annesi tekrardan yanına gelmişti. Sevecen bir ses tonu ile ‘’ Neden böyle olduğunu bilmiyorum ve anlatmıyorsun. Baban ile eğlenmen gerektiğini düşündük. Önce aklımıza bir fikir gelmedi. Auden’in annesi bizi doğum günü partisinden haberdar etmeseydi öylece kalacaktık. Haydi kalk, eğlenmeye gidiyoruz. ‘’ Bayan Beauchon, 42 yaşında. Genel vücut hatlarına sahip. Omuzlarına kadar düşen kahverengi saçları ve ela gözleri var. Fransız. Muggle. Peyzaj mimarı. Bahçe işleriyle uğraşmayı sever. Margaux odanın içine tünemiş olan serin hava ile karşılaşıp, yorganından kurtulurken annesinin analizini yapıyordu. Sıkıca tuttuğu yorganını bırakmaya imkanı yoktu. Biraz önce annesinin söylediklerine bakılırsa iki sene önce zorla götürüldüğü doğum günü partisine tekrardan götürülüyordu. Ah, hiç ağlamamalıydı. Ağlamasaydı eğer anne ve babası eğlenip, kafasını dağıtmaya ihtiyacını olduğunu düşünmezdi. Kendine ve sonra Auden’e lanet okudu. O partiye gidemezdi. Onun yüzünü göremezdi. Lütfen der gibi bir bakış attı ve düğümlenen boğazını kuruladı. Sesi çıkmıyordu. Pembe rengindeki yorganını annesinin ellerinden kurtarıp duvara doğru döndü ve uyumaya çalıştı. ‘’ Kurdeşen dökeceksin ‘’ Yorgan geri çekildi. Vücudu titremelerle baş gösteriyordu. Yazın ortasında bu iyiye işaret değildi. Hemen bu durumdan yararlanmaya çalıştı. ‘’ Hastayım, iyi hissetmiyorum ‘’ Sert, ciddi bakışlar. Bu bakışlara maruz kalmayı sevmiyordu. Çünkü bu tarz bakışlar onu hatırlatmaktan başka bir işe yaramıyordu. İç geçirdi. Babası odaya geldiğinde hala yataktaydı.
‘’ Margaux tatlı kızım. İyi görünüyorsun. Lütfen, benim için kalk ve partiye gel. Hem Auden’in partisinden bahsediyoruz. Onu seversin. Annen ve ben de severiz ‘’ Koz kullanılmasından nefret ediyordu. Babasına hayır diyemezdi ki. Aynı gözlere sahiptiler. Gökyüzünün mavisinden kat kat koyu mavilikteki iki çift göz birbirlerine bakışlar fırlatırken evin sabırsız hanımı onları bekliyordu. Bir bakış yetmişti, hayır diyemeyecekti. Yine de son bir kez şansını denedi. ‘’ Hala başım dönüyor. Bırakın ben uyuyayım. Auden’in doğum gününü kutladım bile. Siz gidin ‘’
Anne ve babası ikisinin arasında geçen kavgadan habersizdi. Eskisi gibi bir araya gelmemelerini büyümelerine yormuşlardı. Kimi zaman Auden’in annesi ev ziyaretine geldiğinde aşağı inmezdi. Çünkü ikisinin de gözleri aynıydı. Bir şekilde her şey onu hatırlatıyordu. Sokak, okul, park, bir çift göz. Bıkmıştı. Hogwarts bittikten sonra Fransa’ya olan yolculuk kesinleşecek gibiydi.
‘’ İstemiyorum ‘’ Ve babasının kolları arasında ayağa kaldırıldı. Babası odadan çıktığında ise pijamalarından kurtarıldı ve yazlık çiçekli bir elbise geçirildi kafasından. Ellerini kollarını havada savurmak, elbiseyi çıkarmaya çalışmak yerine son olarak annesinin saçlarını düzeltmesine hatta makyaj bile yapmasına izin verdi. İstese annesini odadan çıkartır, arkasından kapıyı kitlerdi. Ama yapmadı. Babasının sözü mahkeme kararı gibiydi onun için. Madem babası için gitmesi gerekiyordu, gidecekti. Koz kullanılmıştı bir kere. Hem aklına şöyle bir fikir gelmişti. Aynı okulda ki gibi. Auden’den uzak dur. Onu gör ama uzak dur. Bu taktiği uygulayacaktı. Onca kalabalık arasında konuşacak başka arkadaşlar bulabilirdi. Artık beş yaşında değildi. Annesi onu zorla aynanın önüne getirdiğinde bir iki dakikalığına şaşkınlığa uğradı. Dağınık topuz saçları ve pancar suratı gitmişti. Gayet iyi görünüyordu. Açık pembe parlatıcı, simsiyah ayrık kirpikler, ince detaylı bir kalem. Makyaj konusunda becerikli bir anneye sahip olduğunu biliyordu ama bu kadarını da beklememişti. Doğruyu söylemek gerekirse kendisini güzel hissediyordu. Ama gereksiz yere süslenme fikri tüm sevincini uçup götürdü. Doğum günü partisi için süslenmemişti. Bir nevi işkence partisi içindi bu süs.
Merdivenlerden inerken yeni bir pişmanlık dalgası ile sarsılmak istemiyordu. Sakin olması gerekiyordu. Evin kapısından çıkarken babasının koluna girdi. Beş ev ötede sarı verandalı ve tahta panjurlu ev gözükmüştü. Merdivenleri bile aynı gözüküyordu. Tek farkı kireç renginden yoksun olmasıydı. Artık koyu bir eflatuna boyanmıştı. Bugün amma çok renklerin üzerine yoğunlaşmıştı. Sanırım ilgisini başka yönlere çekmek için bir bahane oluşturuyordu kafasında.
Kapının girişini gören herkes bu evde bir parti verildiğini hemen anlayabilirdi. Kocaman harflerle ‘ İyi ki doğdun Auden ‘ yazısı parlak neon bir tablo ile girişi süslüyordu. İçeriye adım atar atmaz yirmiden fazla kişi sayabilmişti. Her zamanki gibi gözlem yeteneği yerindeydi. Roderick ailesinin akrabaları ve tanıdığı tüm mahalle sakinleri buraya tünmüştü. Küçükken sevmediği bir grup çocuk, anneleri, babaları hatta büyükanne ve babaları bile buradaydı. Tabii onun büyükannelerinden biri ölmüş biri de böyle partileri kaldıramayacak kadar sosyetikleşmişti. Aud’ların evi fazlasıyla büyüktü. Yaklaşık beş sene önce eve bir kat daha çıkmışlardı. Gelen misafirler için yatacak yer bulamıyorlardı. Onların misafirleri her zaman çok olurdu. Margaux sırayla onları karşılayan misafirleri öptü. Önce Bayan Roderick sonra Bay Roderick. Doğum günü çocuğu ortalıklarda yoktu. Büyük bir rahatlama hissiyle birlikte yerini gayet iyi bildiği tuvalete yönelmişti ki annesi şen şakrak bir ifadeyle aşağı yeni inmekte olan yakışıklı delikanlıya – ki annesi böyle seslenmişti – sarıldı. Tam onlar geldiğinde aşağı inmesi sadece bir tesadüf müydü? Arkasını dönmek istemiyordu. Annesinin onun ismini telaffuz edeceğinden emindi. Bu yüzden yarı koşturur bir edayla tuvalet kapısının tokmağına yapıştı. Açamadı. Bir iki kere tıklattı. Doluydu. Yukarıda ki banyo dedi kendi kendine. Merdivenleri birer ikişer çıktı. Neyse ki boştu. İçeri daldı ve oradan çıkmak istemezcesine kapıyı ardından kilitledi. Belki belli bir süre orada kalabilirdi. Yokluğunun fark edilmemesi için dua ederken on dakikadan fazla orada kaldı. Sonra kapı çalındı.
‘’ İçeride olduğunu biliyorum. Pasta kesilecek, aşağı. ‘’ Annesi gözlerini ondan ayırmamıştı elbette. Farenin deliğinde yakalanması misali hemen yakalanmıştı. İstemeyerek de olsa dışarı çıktı. Sitemli bir bakış attıktan sonra aşağı indi ve kalabalığın arkasında durdu. Açık büfedeki onca hazırlanan hiçbir atıştırmalık ilgisini çekmiyordu. Midesi uçuşan kelebeklerin gazabına uğramıştı. Bir şey yerse kusabilirdi. Bu ihtimal yüksekti. Elinde beyaz şarap bardağı ile koyu sohbetlere dalan babasını izlediğinde gülümsüyordu. Ondan daha değerli kimseyi göremiyordu gözleri. Annesi bile bu kadar değerli değildi. Bu kalabalıkta ki hiçbir insan babası kadar önem taşıyamazdı onun için. Ta ki onu görene dek bu fikir beyninin en ücra köşesinde belirmişti. Kareli gri gömleği ile kalabalığın ortasındaki masanın ucunda duruyordu. Gözleri soluk ve her zamanki gibi ciddi bakışlar atıyordu çevreye. Sanırım parktaki karşılaşmalarından sonra oda kötü olmuştu. Işıklar söndürüldüğünde dışarıdan gelen loş ışık yüzünden yüzünün sadece yarısını seçebilmişti. Nedense onu netçe görebilmeyi istemişti birden. Gözlerindeki o görünmez perdeyi kaldırmayı. Ben buradayım diyebilmeyi. Beni affet diyebilmeyi. Ama olmamıştı. Pastanın mumları küçük meşaleler gibi parıldarken ağlamamak için sol kolunu sıktı. Işıklar geri açıldığında ise annesi tarafından kalabalığın en önüne getirilmişti. Şimdi ise tam onun karşısında duruyordu. Ama o fark etmedi. Pastanın mumlarını üfledi. İyi ki doğdun diye bağıran kalabalık sustuğunda Auden’in annesi ona bir dilek tutması gerektiğini vurguladı. Bu işi ciddiye almıyorum edasına bürünen bakışları ile meraklı bakışları birleştiğinde dileğinin ne olduğunu çok merak ediyordu. Auden olduğu yerde irkildi. Onu görmekten rahatsızlık duyuyor gibi baktıktan sonra bin bir türlü ifadeye bürünen bakışları yine eski duygulu ifadeye büründü. Ve ona bakarak içinden bir şeyler fısıldadı sanki. Annesi dileğini tutup tutmadığını sorduğunda bakışlarını ondan ayırmayarak kafasını yavaşça salladı. İşte o an dünya durmuş gibiydi. Dördüncü sınıftan önce daima hissettiği o çocuksu heveslerden birine büründü yine. Dileğinin ne olduğu konusunda hala bir fikri olmasa da kalbi ondan yana nameler mırıldanıyordu sanki ritimleri ile birlikte. Gerçekten ona bakarak bir şeyler geçirmiş gibiydi aklından. Bakışlarını son dakikada kaçırdığında tekrardan kalabalığın arkasına dönmüştü adımları. Korkmuştu. Yine o delici bakışları görmekten korkmuştu. Ama bir an için bakışlarının yumuşadığı konusunda ant içebilirdi. Ama aldatıcı heveslere kapılmayacaktı. Oradan gitmeliydi. Parkta yaptığı gibi duraksamadan gitmeliydi. Derin bir nefes aldı ama kapıya yönelemezdi. Annesi yanı başında belirmişti bile. ‘’ Haydi gel nice yaşlar dileyelim ‘’ Kaçıncı kez kolundan tutulup sürüklendiğini bilmiyordu. Annesi en içten dilekleriyle doğum gününü kutlarken oda eşlik etti. Sesi mırıldanır gibi çıkmıştı. Auden teşekkür ettikten sonra ‘’ E, sarılsanıza’’ diye bir yorum geldi birilerinden. ‘’ Siz en yakın arkadaşlarsınız ‘’ Bu Bayan Roderick’ti. Kadınlar kırkını geçtikten sonra fazlasıyla tuhaflaşıyordu. Böyle bir sevgi küpüne dönüyorlardı sanki.
‘’ Hadi ‘’ düşüncelerini yeni bir ısrarla toparladı. Ama kolları hareket etmiyordu. Yere doğru kayan gözleri delicesine koşmak isteyen ayakları. Bir iki dakika sadece bunlar vardı. Sonrasında ise birine doğru çekildi. Sıcak iki kol. Babasınınkiler değildi. Onunkiler kadar güçlü değillerdi çünkü. Ama onunkilerden daha sıcaktılar. Belki de daha tanıdık. Soğuk bir sarılma değildi bu. Evet, dört senenin özleminin giderilemeyeceği bir sarılma olsa da yetebilmişti. O an için. Bütün gece öyle kalabilirdi. Bütün gece o kollar arasında özlem giderebilirdi. ‘’ Teşekkürler ‘’ Aud mesafeli ses tonu ile konuşmaya başladığında hissettiği tüm o sıcaklık kayboldu. Kollarından uzaklaştı, başını hafifçe eğdi ve babasının yanına gitti. Taktiği uygulamaktan başka çaresi yoktu. Uzak dur, gör ama uzak dur. Kelimeler beyninde fır dönerken yaşadığı onca küçük hevesleri bir kenara bıraktı. Duyduğu mesafeli ses tonu yüzünden beynindeki tüm olumlu düşünceler bin bir parçaya bölündü ve kendini yeniden umutsuzluk çukurunda buldu.
Eve döndüklerinde yaptığı ilk şey uyumak oldu. Gördüğü rüya sabah ki rüyaydı. Ormanlık bir alan ve çevresine toplanan kutup tilkileri. Bazılarının bakışları yumuşak ama bazılarının ki öfkeli. Marg yakınlaşmak ve uzaklaşmak arasında kalıp kalıp duruyor. Yüreği umutla dolarken tekrar eski yerine dönüyor. Ağlıyor, ağlıyor ve ağlıyor. Ta ki bakışları yumuşak olan tilkiyi görene dek…
x. Amortentia kişiye en çekici gelen şeylerin kokusuna sahiptir. Sizin Amortentia'nız nasıl kokuyor? xSangal ağacı gibi. x. Katlanmasını en zor bulduğunuz şey nedir? xCicili, bicili şeyler. x. Derse giderken yerde bir arkadaşınızın günlüğünü fark ediyorsunuz, ne yaparsınız? xHemen gizlice alırım. x. Kütüphanenin Yasak Bölümü'nden bir kitap almanız gerekiyor, nasıl yapacaksınız? xGece gizlice gider alırım. x. Hogwarts mektubunu aldığınız an ne düşündünüz? xBuruk ama bir yandan da güzel bir sevinçti. x. Bir iksir icat edebilecek olsaydınız size aşk mı, güç mü, bilgelik mi yoksa şöhret mi verecek olanı seçerdiniz? xGüç. x. En çok nefret ettiğiniz düşmanınız yanınıza gelse, "Sana kötü davrandığım için özür dilerim. Hadi arkadaş olalım." dese ne yapardınız? xUmurumda olmazdı. x. Müdürü beklerken odasındaki ilginç aletlerden birini kırdınız! Muhtemelen çok değerli de bir aletti. Müdür gelene kadar birkaç dakikanız var. Aklınızdan neler geçiyor? xMutlaka bir yalan uydurmam gerektiğini düşünürüm. | |
|
Dungeon Master Yönetici
Mesaj Sayısı : 76 Kayıt tarihi : 04/08/12
| Konu: Geri: Charmaine. Salı Eyl. 04, 2012 8:47 am | |
| Slytherin IV. Sınıf! Potter's Diary RPG'ye Hoşgeldiniz. | |
|