Çocuklar günlerce idamcılık oynardı arkadan, köklü bir eğlentiydi bu. Sonra, başı kesildikten bir süre sonra; kesilen başa özel bir sevgi duyulur, bu haksızlığa işleyen cellat lanetlenirdi. Cellat bütün haksız ölümlerin tek suçlusuydu.
Bu neşeli ölümlerin...
İdamlar belli mahkemelerden sonra olurdu, görünüşte, ama önce cellat şeytandan işaret alır almaz, idam edilecek zavallıya suç işletirdi.
Doğa üstü güçleriyle...
Kızıl saçlarıyla...
Boş şöminenin salonun içinde kapladığı o gereksiz köşenin karşısında masa başında oturan cadının titrek elleri eskimiş bir tüy kalemi parşömenin son demlerine gem vuruyordu. Kolunu çevirdiğinizde asla açılmayacakmış gibi duran, odanın bir diğer köşesine bakan kapalı kapının dışındaki soluk tabelayı iki yanındaki mum ışığı aydınlatıyordu. Masadaki kadının yüzünü cılız, sarı bir ışık kaplamış; kıvırcık saçlarının üzerinde emanet gibi duran yuvarlak şapkasının başı için küçük tasarlanmış olduğu gözden kaçmıyordu. Devasa şömine yeşil bir alevle aydınlanıp sönerken alevlerin içinden çıkan adam ceketinin omuzlarını neşeyle silkelemekteydi. Yüzündeki memnun ifadeye karşılık vermeyen danışmadaki cadı önünde karalamakla meşgul olduğu buruşuk parşömene bakındı. Yüzü henüz kırışmaya başlamış, belki de menapoz dönemine yeni girmiş olan cadının dudaklarının çevresindeki kaslar sertçe kasılmış; pek düzgün olmayan dişleri kendini göstermişti.
"Bay Grimson, değil mi?" Soruş tarzından cadı cevabı bildiğini alelade belli etmişti ki büyücü tanınmışlığının farkındalığını yaşıyor, yüzündeki tebessümü korumaya kararlı bir şekilde cadıya yanaşıyordu. Aksak bacağı cadının ilgi alanına girmişti, buruşmuş göz kapaklarının altından meraklı fakat solgun gözlerle adamın yürüyüşünü izliyordu. Toprak rengi kumaş pantolonunun üstüne kareli uzun bir gömlek giymişti büyücü, bir eliyle de ceketini peşinden sürüklüyordu. Masaya vardığında ayasını masaya dayadı, yüksek sayılabilecek bir sesle dikkatle ona bakan cadının yüzüne yaklaştırdı yüzünü.
"Geç kalmadım ya. Hah! Bu tozun kullanmaktan hiç hoşlanmıyorum." Cadı söylediklerine kayıtsız kaldı, yüzünü aydınlatan sarı ışık mavi gözlerini yeşile çevirmişti ve o gözler büyücüye aynı ilgisizlikle bakıyordu. Penceresiz odanın içini yanan şöminenin içindeki çalı çırpının çıtırtıları doldurmuştu.
"Asanızı alabilir miyim?" Cadı monoton ses tonuyla bunları söylerken uzun tırnaklı parmaklarını Grimson'a uzattı. Asayı teslim eden büyücü gülümsemesinden bir şey kaybetmemişti. Cadı gözlüğünü gözlerinden uzaklaştırarak kendi asasını çıkardı, Grimson'un asasına yöneltti. Asa mavi bir ışıkla cadının elinden havalandı, cadı asanın güvenli olduğundan emin olduğu anda gözlüğünü tekrar gözlerine yaklaştırdı ve asayı sahibine teslim etti.
Dağınık saçlı Grimson salona geçerken lobideki genç cadıyı tanımıştı, aksayan ayağıyla tamamı damalı zeminde hızla yürümeye koyuldu. Yanına vardığında cadının gri gözleriyle buluştu, henüz traş olmuş yüzündeki gülümsemeyle gamzeleri ortaya çıkmıştı. Porsche Harford ona münnetle bakarken Grimson nezaket gereği genç cadının sol eline küçük bir buse bıraktı. Harford'un üzerindeki leylak kokusu sanki bütün bir odayı kaplıyordu. Cezayir'de birlikte çalıştığı zaman Harford küçük bir kız sayılırdı, taze Hogwarts mezunu cadının yetenekli olması bir yana disiplinli çalışmasından bir yerlere geleceği belliydi. Vefalı cadı sık sık ona mektup yazsa da Cezayir'den sonra görüşme fırsatı olmamıştı. Cadının yumuşak elini bıraktıktan sonra Grimson gür ve neşeli sesiyle lobiyi inletmeyi başarmıştı.
"Demek seni de çağırdı, bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştim!" Harford zarif bir el hareketiyle saçlarını düzeltirken yüzünde sevimli bir tebessümle büyücünün dediklerinin farkındalığıda olduğunu gösterdi. Bu kadar ileri gitmişti, evet. Harford belki yaşam kalitesinden ödün vermişti ancak burada olması ... buna değerdi. Oval yüzünü aydınlatan ışık kirpiklerinden ötesine ulaşmaktan çok uzaktı.
"Çok şey bilmiyorsunuz Grimson, hepsini sizinle paylaşacağım. Öncelikle toplantı salonuna geçmeliyiz." Ses tonundaki rica ifadesine istinaden Grimson yürürken genç cadının hemen yanındaki yerini almıştı. Açık konuşmak gerekirse Grimson tecrübeleri açısından kusursuz bilgi birikimine sahip olan bir simyacıydı. Ne var ki ciddiyetten uzak, sürekli tebessüm halinde olan dudaklarından kötü bir söz duymak mümkün değildi. İyi niyeti ve bu zamana kadar yaver giden şansının meyvesi olarak görüyordu Harford onun bu neşesini. Onca tehlikenin yanında pervasızca gülmenin başka bir açıklaması yoktu.
Toplantı masası standart oval masaların aksine belirli bir çapı olan düpedüz bir çemberden oluşuyordu. Yüksek masanın etrafını çevrelemiş tam on bir yüksek sandalye bulunuyordu. Salonun ve masanın tasarımı kesinlikle tek bir kişinin keyf-i zevkine bırakılmamıştı, buradaki her şeyin kendi anlamı dışında çağrıştırdığı başka bir şey vardı. Harford başını çevirdiği her yerde bu gizemi keşfediyordu, yüzündeki tebessüm da mu hazzın ürünüydü. Grimson ile başkan masasının solundan üçüncü ve dördüncü sıraya oturdular. Petreus başkan masasına yerleşirken geniş vücudu sandalyenin içine yayılmış vaziyette, elinde işlemeli asası, gelenlerle selamlaşıyordu. Dünyanın pek çok yerinden gelen ünlü simyacılar çemberin etrafında dizilirken Petreus toplantıyı açacak tokmak sesini bütün salonun duyabileceği şekilde masaya vurdu. Masanın üzerindeki mumlar ve tepedeki avize masayı ve masadakilerin yüzlerini sarı ışıkla aydınlatırken Harford çantasından hem dolu hem de boş parşömenler çıkardı. Artık yaşı epey ilerleyen Petreus kısılmış sesiyle konuşmaya başlamıştı.
"Yılda bir yapılan toplantıların yararlı olmadığını biliyoruz, bu yıl da zaman sıkıntısı olan pek çok simyacı aramızda değil. Neyse ki aramızda kendilerini kısa sürede geliştirip burada önemli kararlar alırken genç beyinlerinden faydalanacağımız insanlar var. Vaktinizi çok almayacağım, zira asıl toplantı iki hafta sonra yapılacak." Şarap kadehini andıran -belli bi biraz daha büyüktü- kadehten bir yudum su aldı. Kaşları hafif çatıktı, sakalı da uzun fakat biçimsizdi. İyi bakışı ve düzgün ingilizcesi vardı. Devam etti.
"Büyü dünyası bizi bir seçim yapmaya zorluyor, arada kalma gibi bir seçeneğimiz yok." Lafı uzun boylu esmer bir büyücü olan Angreth tarafından kesilmişti, Roman görünümüne aldanılmaması gereken bir simyacıydı. Konu hakkında bilgisi olduğu ses tonundan ve kurduğu cümlelerden anlaşılıyordu.
"Biliyorsunuz ki -Petreus- simyacılar dışında birbirini kollayan başka bir meslek yoktur. Mürit veya farklı güçlere sahip olan varlıklardan bahsetmiyorum. Burası bizim sendikamız ve aynı meslekten olan insanlar olarak birbirimizi en iyi biz anlarız, biz koruruz. Eğer bir seçim yapacaksak, bu çemberin tamamı seçime ortak olmalı." Harford ve Grimson içten içe bunu onaylıyordu, para karşılığı çalışıp simyacılar gibi haklarını kollayabilecekleri bir platforma sahip meslek yoktu. Ölüm sessizliği konuşma bittiği anda salonun etrafını sarmıştı, riyakar gölgelerin kıpırtısı Harford'un ensesinde buz etkisi yaratmıştı. Burası düşünüldüğü kadar güvenli değildi, hissediyordu. Yine de konuşulacak hiçbir şeyden geri kalınmayacaktı. Belki de korkunun belini kırmanın vakti çoktan gelmişti.
Sessizliği bozan cılız seslere aldırmadı Harford, tartışmalar gereksizdi ve özgürlüğün pek çok şeyden daha önemli olduğunu düşünüyordu. Alnını secdeye, dizini toprağa götürecekse bunun tüm insanlığin refahı için olmasını dilerdi. Siyah saçlarını eliyle geriye bıraktı ve gri bakışlarını Petreus'a çevirdi. Gözleri, sanki bu anlamsız diyaloga son vermesine minnet duyar nitelikteydi. Titrek mum ışığının verdiği ilhamla Harford toplantıya müdahale etti.
"Benim batıl inançlarım yok, Petreus. Fikirler ve idealler uğruna yaşıyorum. Bir bakanlık bile yokken, büyücü okulları bile yokken okült tarihi hatırla! Simyacılar tarihi çok eski ve her daim özgürler. Özgürlük götürürler." Petreus'un acil toplantısının belki de en yararlı konuşması bu olmuştu. Büyücülerin zihinlerini aydınlatıp çıkar hesabı yapma zamanı gelip çatmışken bir anda safa geçme kararı alınamazdı. Petreus da farkındaydı, kısa bir görüşme olmasına aldırmasan toplantıyı sonlandırmaya karar verdi. Salondakiler karara itimat etmişlerdi şüphesiz, kafa kurcalayan bir konuydu ve tazeden araştırması yapılmalıydı. Kulaktan doğma söylemlerle hükmü verilecek kadar basit değildi, hayat.
O hem hüküm sürenlerin hem baş kaldıranların celladıydı. Hüküm sürenlerin ve baş kaldıranların somut haksızlığıydı. Cellat düşmanca anıldı.
Yağmurlardan sonra kente varan ırmak kızıl akardı. Kent halkı o zaman bilirdi ki cellat yeni bir idama karar verdi.