x. Christian B. August & Taha
x. Lloyd J. Brooklyn & Hikmet x. Vilcjo Vilhelm & Ege
x. Vorchenza Vescovi & Esra İyi Eğlenceler |
|
|
Gryffindor .x. 000Slytherin .x. 000 Ravenclaw .x. 000 Hufflepuff .x. 000 İyi Eğlenceler |
|
|
Müritler x Eski Yoldaşlık İyi Eğlenceler |
|
|
Gryffindor .x. 000Slytherin .x. 000 Ravenclaw .x. 000 Hufflepuff .x. 000
İyi Eğlenceler |
|
|
|
| Tides of Eternity | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Ezio di Raniari Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Hikmet Kan Durumu : Safkan Mesaj Sayısı : 66 Kayıt tarihi : 04/09/12
| Konu: Tides of Eternity Cuma Eyl. 07, 2012 1:45 am | |
| | |
| | | Ezio di Raniari Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Hikmet Kan Durumu : Safkan Mesaj Sayısı : 66 Kayıt tarihi : 04/09/12
| Konu: Geri: Tides of Eternity Cuma Eyl. 07, 2012 1:51 am | |
| “Anne ve babanın seni buraya göndermesi Ezio di Raniari ismini taşıyan bedenin ne kadar olgun bir erkek olduğunun bir göstergesi olsa gerek.” “Ben buna kısaca mecburiyetten diyorum Bay Basilevsky.”
Kulaklara dolan klasik müziğin rahatlatıcı ezgileri yanında, davetlilere servis edilen bardakların garip şıngırtısı. Beyaz smokin giymiş garsonların yapmacık yüz ifadeleri ile davetlilere mecbur oldukları için hizmet etmenin getirdiği huzursuzluğun ulvi uzuvlarını gizlemekle uğraşıyorlardı. Hepsinin aklında bir an önce bu davetin bitip bedenlerinin isteklerini yerine getirmek üzere evlerinin yolunu tutma umudu içerisinde olduklarını biliyordu genç büyücü. Beyaz gömleğinin yakalarını birleştiren siyah papyon boğazında gereksiz bir baskı yaratıyordu. Ailesinin büyük ve zengin dostlarından olan ve yanında dikilip durduğu yaşlı bedenin davetine mecburiyetten gelmiş olması ise bedenine sıkıntı duygusunu peydah ediyordu. Siyah smokini içinde büyü bir iş adamı edasıyla dikildiğinin farkındaydı. Çehresinde ise umursamazlığın o derin çizgileri vardı. Gözlerindeki ifadesizlik ve sakinlik ile klasik müziğin zevkine varan bedenlerin üstünde gezdiriyordu bakışlarını. Neden annesi ve babasının değil de kendisinin böyle bir davete gönderilme zorunluluğuna katlanması gerektiğini defalarca zihninde yineleyip duruyordu. Bir an zihninde ikizinin de katılmak zorunda olduğu bir davet aklına gelmişti. Hemen dudaklarında ufak bir gülümseme vuku bulmuştu. Smokini büyük bir ilahi çaba ile bedenine kabul ettirebilmişti. Ama o ve kendisi boğazının üstünde gereksiz baskı yapan siyah bez parçasını hala kabullenememişlerdi. Her ne kadar kravat ta alışmış olsa bile –ki kravatı daima iki yakasını birleştirecek bir şekilde asla takmazdı- papyona alışabileceğini sanmıyordu. Yanında durduğu sıska ama kibri ile yükselen orta yaşlı bedenin onu selamlayan gelen zengin ailelerin yılışık cümlelerini duyabiliyordu. Beyaz bir takım elbise giymiş, saçlarının çoğu beyazlaşmış, yaşlılığın derin çizgilerinin çehresinde peydah olduğu ama kibir ile kutsanmış mavi gözlerinin gençlik parıltısını hala taşıyan davetin sahibi Ilya Basilevsky’in onur konuğu idi Ezio. Bu yüzden bütün bu sıkıntı dolu anlara katlanmak zorundaydı. Kendisine doğru gelen ve bütün garsonlardaki aynı sahte tebessümü taşıyan garsona kaydı bakışları. İfadesizce onu uzun uzun süzdü. Sağ elinde tuttuğu gümüş tepsinin üstünde ince belli martini dolu bardakları gördüğünde birden genzinde garip bir yanma hissi azat edildi. Bedenine hücum edercesine yükselen garip bir sıcaklık ise onu takip etti. İçkiye olan isteğini bu kadar uzun süre bastırmasına kendisi dahi şaşırmıştı. Garson emin adımlarla yaklaşarak tam onun önünde durup yanındaki zengin orta yaşlılara doğru hamle yaparken Ezio gümüş tepsideki martini dolu bardağın birini aldı. Parmakları arasındaki soğuk kristal bardağın içindeki sıvıyı hemen dudaklarına doğru götürerek ağzına boca etti. Kurumaya yüz tutmuş dudaklarını içki ile ıslatmasının ağzına boca ettiği içkinin o aromalı tadını bedenine biraz rehavet duygusunu hediye etmişti. Tam bu sırada tatlı bir melodi kulaklarına çarptığında, Beethoven’ın dokuzuncu senfonisinin ezgileri kulaklarına çarpıyordu. “İçki içtiğini bilmiyordum genç Raniari.” İşte muhteşem ezgilerin arasına giren bu sözcükler genç büyücünün bütün dikkatini allak pullak etti. “İçmeyi severim. Özellik votka. Ama martini ile idare ediyoruz şimdilik.” Ilya Basilevsky’nin sığ okyanus mavisi bakışları onunkilere bütün ciddiyeti ile bakarken ani bir şekilde yumuşamış ve dudakları arasından bir kahkaha peydahlamıştı. Tam bu sırada müzik yükselmiş ve koronun sesi bütün mimariye savaş naraları gibi gür bir şekilde yayılmaya başlamıştı. Sert ezgiler ve yüksek tempo. Genç büyücünün hayran olduğu ve bedeninde en fazla huzur bulduğu yegâne şeylerden biriydi. Müzik tekrar yavaşlamaya başladığında bakışları ileride öylece tek başına duran ve etrafa hediye edilen melodiyi büyük bir ilgi ile dinleyen tanıdık bir çehreyi fark etti. Kendi okulundan ve kendi binasından olan ve ilk defa onun büyüleyici güzelliğini fark ettiği Euterpe. Kaşları şaşkınlık yukarıya doğru kalkarken, elindeki bardağın içindeki bütün sıvıyı ağzına boca etti.
“izninizle Bay Basilevsky.” “İzin istemene gerek yok. Gecenin onur konuğu sensin genç Raniari. Ayrıca aramızda kalsın ama votkaya olan tutkun yüzünden bu gece istediğini yapabilirsin.”
Kırışıkların belli olduğu, sığ okyanus mavisi ile süslenmiş çehrede içten bir gülümseme peydah olduğunda, genç büyücünün dudaklarında da içtenlik beliren bir tebessüm vuku buldu. Boş bardağı cam masanın üzerine bıraktıktan sonra yavaş ve emin adımlarla tek başına duran genç cadıya doğru arşınlamaya başladı. Bir çok kızla tanımıştı. Belki de hepsi ile işi pişirmiş sayılabilirdi. Ama onlara karşı şuanda hissettiği hissi hiçbir zaman hissetmemişti. Kendini birden karmaşık duygular denizinin içinde buldu. İşte bu onun fazlasıyla canını sıktığı gibi ifadesiz çehresinde öfke kırışıklarını neredeyse peydah ediyordu. Müzik tekrar yükselmeye başladığında sona doğru yaklaşıldığını anlamıştı genç büyücü. Yavaşça yükselen müzik sert ezgilerini bir kez daha kazanmaya başladığında koronun sesi daha fazla yükselmişti. Genç cadının bulunduğu cam masaya yaklaştığında ciğerlerine dolan tatlı parfüm kokusu başını döndürmüştü. “Sizi burada görmek ne kadar güzel.” Dudaklarından azat ettiği sözcüklerin üzerinde büyük bir nezaket vardı. Ses tonu çok fazla nazik bir ses tonu ile çıkmıştı. Genç büyücü büyük bir asalet abidesi gibi genç cadının önünde eğildikten sonra genç cadının narin teni ile kaplı elini dudaklarına götürdü. Dudaklarını elini bastırdığında bedenine garip bir sıcaklık dalgası yayıldı. Birkaç dakika önceki gibi değildi. Daha farklı ve derinden gelen bir şeydi. Bakışlarını cadının bakışları ile buluşturduğunda içindeki kararsızlık denizi içinde debelenen Ezio’yu görmemesini umut etti.
| |
| | | Euterpe Châtillon Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Vişne Perisi. Kan Durumu : Safkan. Taraf : GECE. Mesaj Sayısı : 146 Kayıt tarihi : 04/09/12 Yaş : 29
| Konu: Geri: Tides of Eternity Cuma Eyl. 07, 2012 3:14 am | |
| Huzur ve keyifle kıvrılan kırmızı dudaklarına baktı son kez Tanrıça. Gün batımının kızıllığından çaldığı renk, kumral saçlarının yerini alırken bukleler omuzlarını bir tüy misali örtüyordu. Yumuşaklık hissi, şımarmasını sağlarken gözleri kaydı narin elbisesine. Bedenini saran saten elbise, belinin narin inceliğini tüm gözler önüne sererken ilk defa kendini bu kadar güzel hissetmenin keyfini çıkartıyordu. Straplez bir elbise olmasına karşın, rahatlığı tadıyordu şaşırtıcı bir şekilde. Normalde elbisenin üzerinden düşecek olma korkusu, beynini saçma sapan işlere yorarken eşsiz duyguyu doyasıya yaşamaya karar verdi. Anne ve babasının uzun süredir kaybolması, kızın içindeki tüm neşeyi alıp sökerken halası yerine gitmeyi kabul etmişti davete. Sonuçta ailenin varisi ve şuan yaşıyor olarak bilinen tek üyesiydi, Euterpe. Bunun ne kadar acı bir durum olduğunu düşünürken, kendini lanetli ilan ediyordu. Tüm insanları etrafımdan çekip almak zorunda değildin, bunu hak etmiyordum. Parıldayan karamel rengi gözleri aynı iki yıl önceki gibi dolmuş ve ailesini son yolculuğuna uğrayan bir kadın gibi can bulmasına yol açmıştı. Bunu hak etmediğini bilmesine karşın nefesini tutarak kapattı gözlerini. Makyajının akmasını istemiyor, davetini hemen sonlandırıp evine gitmek odasına kapanmak istiyordu. Ne zamandan beri mutsuz bir ruh haline bürünmüştü? Dudakları alayla kıvrılırken, gözlerini kapatan perdeleri kaldırdı yavaşça. Bunlara bir son vermesi gerektiğini hatırlayarak dadısının sözlerini hatırladı. Kadının kendisine yağdırdığı övgüler, paha biçilemez derece de kendini şımartmış adeta bir tanrıça olduğuna inandırmıştı. Halasının kendisine armağan ettiği beyaz renk taşlarla süslenmiş çantanın fermuarını açarak aldı rujunu. Doğal rengine kavuşan dudaklarını biraz hafifletmek amacıyla sürerken rujunu son görüntüsünden memnun bir halde tebessüm etti. ‘‘Duyguların yalan olsa bile tebessümün yalan olmasın, Tanrıça.’’ Kafasını yavaşça sağ tarafa eğdikten sonra rujunu çantasına yerleştirerek çıktı odadan.
Kulağına dolan müziğin getirdiği huzur ile birlikte, sağ eliyle sıktı madalyonunu. Straplez elbisesinin üzerine düşen gümüş sol notası, genç cadıya annesinden kalan tek armağandı. Sol notasının arkasında yazan ‘müzik tanrıçası’ yunanca harfler eşliğinde süslenmiş ve insanı etkisinde bırakacak bir sembole imza atmıştı. Annesi, tarihin tozlu raflarına karışmadan bir gün önce gelip bunu armağan etmişti kızına tek bir söz söylemeden. Kadının mavi gözleri öyle bir hüzünle kaplıydı ki iki yıldır geçmek bilmeyen kâbusları tattırmıştı kızına. Her müzik tınısında duyduğu parça, kalbini derinden yaralarken huzur da veriyordu. Sanki en değerlisinden ayrı kalıp, cennete ulaşmak gibiydi bu ya da cennetin tadını alıp, sürgüne atılmak. Her ikisi de aynı kapıya çıkıyordu. Kadından uzak kalmış ya da cehennemi tatmış. Sonuçta şuan yaşadığı yer mutluluk abidesi olsa da dayanamıyordu, tek hissettiği cehennemin kulağını tırmalayan çığlıklarıydı. Beyaz smokinli garsonlardan birinin sesini işitince daldığı âlemlerden çıkarak baktı etrafına, şaşkın gözlerle. Salonun ortasında durup tüm insanları rahatsız ettiğini ancak idrak edebildi ve hatasını telafi etmek adına garsona bir sorun olmadığını söyledi. Kendisine hazırlanan masaya doğru ilerlerken ne zamandan beri bu kadar iyilik meleği olduğunu düşünüyordu. Ne zaman görülmüştü ki bir yılanın bir garsona dahi bu kadar iyi davranacağı? Şaşılacak işin ta kendisiydi bu, dudaklarını buruşturdu küçük bir çocuk gibi. Salazar’ın soyuna ait olan bir cadıyı taşıyacak kadar güçlü değildi belki de ruhu. Sadık hizmetkârının hatta tek arkadaşının yanında olmasını diliyordu, zümrütlerle bezenmiş gibi olan bir deriye sahip olan yılanı Arys’i. Babasının yılanı olmasına karşı, ilk defa seyahate giderken götürmemiş ve varisine bırakmıştı değerli yaratığı. Resmen en değerli varlığını emanet etmişti güzeller güzeli tanrıçasına. Hatta o zamanlarda şaşkınca bakmış olsa bile şimdi anlayabiliyordu her şeyi. Çünkü o ailenin son üyesiydi ve tüm mirasın sahibiydi. Herkesin gözdesi ve bir şeyler beklediği o genç cadı. Bakışları yer ile buluşurken kulağına doldu eşsiz melodi. Ruhunun etrafında dolandığını hissedercesine mırıldandı eşsiz tondaki tanrıça sesiyle. Yanına yaklaşan büyücüden habersiz devam ederken, müziğin sonlanması ile yerinden zıpladı. Öyle bir dalmıştı ki notaların dansına, kendisi bile katılmıştı bu eşsiz dünyanın zarafetine.
“Sizi burada görmek ne kadar güzel.”
Karamel rengi gözlerini, sahneden ayırırken kenetledi bakışlarını yakışıklı büyücüye. Bir tanrının yüz hatlarını anımsatan çehre, tanrıçanın nefessiz kalmasına olanak sağlarken gülümsedi bir anlığına. Aptalca bir hareket olduğunu bildiği halde toparladı hemen kendisini ve binadaşı olan yılana baktı. Ezio’yu sıklıkla görür hatta bazen karşı karşıya geldikleri olurdu. Ancak muhabbetleri olmadığı da acı bir gerçekti. Eli, büyücünün dolgun dudakları ile buluştuğunda hislerinin bir kere daha değiştiğini hissetti. Tanrı aşkına, kendine gel Euterpe. Kendini yatıştıran bir takım sözlere aldırış etmeyen bedeni büyücüye karşılık vermek adına yanıp tutuşuyordu. Uçuk pembe tonlardaki ruj ile süslenmiş dudaklarından çıkan melodi havaya karışırken müziği duymuyordu bile. ‘‘Raniari, ben de seni gördüğüme sevindim.’’ Düzleşen dudakları, fazla haşır neşir olmaması gerektiğini hatırlatırken; kendisinin okulda nasıl bir cadı olduğunu ve herkesin onu nasıl gördüğünü anımsatmıştı. Sevimli hatta belki güzeldi. Ancak tehlikeli. Korkutucuydu, akıllı olmasının yanında. Bir Ravenclaw olması gerekirken Slytherin olup, zekâsı ile sinsiliği birleşerek bambaşka bir tanrıça yaratılmıştı Châtillonlar için. Cümlesini yarım bıraktığını anımsamışçasına gözlerini dikti sahneye ve büyücüye bakmadan konuştu. ‘‘Sahi ya, buradan ne yapıyorsunuz Raniari?’’
| |
| | | Ezio di Raniari Slytherin IV. Sınıf
Gerçek İsim : Hikmet Kan Durumu : Safkan Mesaj Sayısı : 66 Kayıt tarihi : 04/09/12
| Konu: Geri: Tides of Eternity C.tesi Eyl. 08, 2012 1:42 am | |
| Müziğin sert tonlarının sonlanmasıyla, hemen ardından tatlı bir melodi selamlamıştı mimarinin içerisindeki bedenleri. Büyük bir iyilikle bedenlere müzik zevkini tattırırken, davete katılanların uğultulu gürültüsü bozuyordu tüm ezgiyi. Yanında durduğu cadının bedeninden yayılan parfümü o tatlı kokusu Ezio için her nefes alışında ısrarla duymak istediği türdendi. Cadının melodik sesi kulaklarına ulaştığında kendisi yeni başlayan tatlı senfoninin etkisine bırakmıştı bedenini. En büyük zaaflarından birisiydi klasik müzik. Özellikle tatlı tınılara sahip piyano notalarına beslediği hayranlığın içkiye duyduğu bağımlılıktan daha fazla olduğunu biliyordu. Müzik konusunda, kara büyüler konusunda ve içki konusunda bambaşka birisi olduğunu biliyordu. Hatta kendi benliğinin dışında üç farklı kişiyi canlandırıyordu belki de. Kehribara çalan bakışlarını cadının taviz vermez bakışları ile buluşturduğunda, bir tanrıçanın yüzünü tasvir eden yüz hatlarındaki gülümsemesine hain bir tebessüm ile karşılık verdi. Çehresine yayılan ve onu muzip bir ifadeden çok acı çeken birisini izlemekten zevk alan sadist ruhlu birisinin gülümsemesini andırıyordu adeta. Soğukkanlılık ailesinden gelen bir özellikti belki ama ailesinde onun kadar yüz hatlarını yapmacıkla gerçeklik arasındaki ince çizgide tutabilen birisi yoktu. Cadının o tanıdık melodik sesi bir kez daha kulaklarına eşlik ettiğinde, bakışlarından sıyrılan bakışları başka bir yöne dönmüş ve öylece seyre dalmıştı genç cadı. Genç büyücünün yüzündeki hain tebessüm yerini gülümsemeye bıraktığında artık bütün gece sıkılıp durmayacağını anlamıştı. Ama içindeki karmaşa denizi sanki zihninde canlanan bu düşünceye karşı koyarcasına bir kez daha içinde vuku bulan duygu karmaşasını damarlarında zerk eden kanına hediye etmişti. Bir şeyler söylemek istese de içinde karmaşa denizi içinde debelenen ruhunu sakinleştirmek istercesine sözcükleri öylece boğazına dizdi. Sadece etrafa yayılan müziğin sesini dinledi. Tatlı ve rehavet verici ezgileri düşündü sadece. Ama buları düşünürken zihni sürekli o düşüncelerin arasına yanındaki genç cadının tanrıçavari çehresini katıyordu sürekli.
“Bak Pierre, Raniari ailesinin gelecekte varislerinden olan genç bir Raniari. Ezio olmalısınız değil mi?” “Doğru efendim. Ezio… Ezio di Raniari. Ama beni böyle utandıracak derece tasvir eden muhteşem bayanı tanımıyorum ne yazık ki. Gençliğime verin efendim.”
Bir kahkaha tufanı. Balık etli yaşlı sosyetik kadının kırışmış cildi sanki onun zorla kahkaha attığını gösteriyor gibiydi. Omuzlarını süsleyen tilki kürkü ve başındaki ilginç şapka ile çok gülünç duruyordu. Genç büyücüyü düşüncelerinden çekip aldıkları yetmiyormuş gibi, büyük bir kibir ile ona yöneltilen sözcüklerin üstündeki yılışık ifadeyi saklama gereksinimi dahi duymuyordu. Yaşlı kadının yanında duran ince, cılız ama gözlerindeki sert bakışı ile etrafındaki herkesin ruhunu okuyabiliyormuş hissi veren uzun boylu yaşlı adam ise kahkaha atan karısının yanında sadece tebessüm etmekle yetinmişti. Onların kim olduğu hakkında en ufak bir fikir yürütemiyorken kendisini bu kadar çok tanıyanın olması onu içinde yaşadığı karmaşa denizinin içine biraz daha sürüklüyordu. Ayrıca kendisi ile konuşanlara karşı yapmacık bir saygı ve nezaketle konuşması da cabasıydı. “Bizler ailenin çok yakın dostuyuz evlat. Senin ve kardeşinin doğumu sırasında annenin yanındaydım. Yani seni anadan doğma tanıyorum.” Yine kulakları tırmalayan bir kahkaha sesi ortama yayılan o tatlı ezgiyi bir hançer gibi parçalamıştı. Kadının küstahlığına karşılık sadece yanındaki yaşlı adamın çehresindeki gibi soluk ve silik bir tebessüm ile eşlik edebilmişti. Yaşlı kadının etrafta yankılanan kahkahası bittikten sonra, meraklı ve fıldır fıldır dönen mavi gözleri yanındaki genç cadının bedenine sorgularcasına kaydığında, yüzündeki tebessümden eser kalmamıştı genç büyücünün. Sadece o densiz sözlerinden birisini yanındaki cadıya sarf etmesini dilemişti. Bu düşünce onu ani bir şekilde afallatmıştı. Koruma duygusu kardeşinden sonra ne zaman başka birisine karşı hissetmişti? İşte bu karmaşa denizinde dibine doğru sürüklendiğinin somut kanıtı gibiydi. “Sen genç cadı, seni bir yerlerden tanıyorum. Evet evet hatırladım seni. Sen şu ortadan kaybolan Châtillonların kızlarısın değil mi? İnan bana çok üzücü bir durum gerçekten. Ama sorgulamak lazım tabii ailenin neden çekip gittiğini ve-” “Özür dilerim bayan ama bunun sizi ilgilendirdiğini pek sanmıyorum. Yani sonuçta ben sizin aileniz hakkında böyle bir sahip olsam ve bunu böyle açıkça suratınıza vursam ahlak ve nezaket sınırlarına uymaz değil mi? Ailemin dostları olduğunuz için sizden ricam eğlencenize ve keyfinize bakmanız. Yeter ki buraya gelip saçma sözleriniz ile rahatsızlık vermemeniz.”
Büyük bir şaşkınlık. Yaşlı kadının aniden değişen çehresi, sanki biraz önce yüzüne sert bir darbe yemiş gibiydi. Şaşkınlık sadece birkaç saniye sürmüştü. Çünkü çehresinde büyük bir öfke ve kabullenmeyi reddeden kibirli bir ifade belirmişti. Tam bu sırada yanında duran yaşlı adam genç büyücüye sanki onu yerin dibine gömmek istercesine sert bir bakış atmış ve karısının koluna girip oradan uzaklaşmaya başlamışlardı. Ezio ise sadece anlık şaşkınlığı üzerinden attığında, dudaklarında hain bir gülümseme vuku bulmuştu. İçindeki karmaşa denizini şuanda önemsemiyordu. Sadece biraz önceki söylediği sözcüklerin yarattığı etki ona büyük bir zevk verirken bakışlarını yanındaki genç cadıya çevirdiğinde bir kez daha araladı dudaklarını. “Ne var? Burada öylece durup seni ve hiçbir bilgim olmadığı aileni aşağılamasına izin veremezdim değil mi?” Tekrar dudaklarında vuku bulan hain gülümseme çehresindeki ifadesizliği silip süpürürken, zihni ona neden bu cadıyı ailesinin zengin ve kendisine ileride yararlı olabilecek nüfuzlu kimselere karşı acımasızca koruduğunu soruyordu. Zihnindeki düşünceleri dağıtmak için bakışlarını mimarinin içindeki kalabalık gruplara çevirdi. Müziğin rehavet dolu ezgilerini dinledi bir süre. Sonra tekrar cadıya odakladı kehribara çalan bakışlarını. “Hani sormuştun niye buradasın diye. Bu gece senin avukatın olmak için gönderildim galiba. Yoo yoo… Senin kendini savunamadığını ifade etmiyorum. Sadece sen yorulma diyorum. Ayrıca bir ödülü hak ettim bence.” Dudaklarındaki hain gülümseme çehresine biraz daha yerleşmişti. Gecenin sıkıcılığını atlattığını düşünüyordu. Belki de onun için daha yeni başlıyordu.
| |
| | | | Tides of Eternity | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |